Sağlığınız için, en doğru seçim...
İBNİ SİNA HASTANESİ
Gökkuşağı İbni Sina Özel Sağlık Hizmetleri Ticaret Anonim Şirketi 1993 yılında sağlık sektörüne yeni bir anlayış getirmek ilkesi ile, kurulmuştur. Günümüzün teknolojilerini, konusunda uzman kadrolarının özenli çalışmaları ile bir araya getirerek insanlarımıza daha sağlıklı bir hayat sunmayı hedeflemiştir. İbni Sina Hastanesi, hastalarına en doğru tanıyı koyabilme ve en doğru tedaviyi uygulayabilme amacıyla kurulmuş bilimsel bir iş birliği anlayışının ürünüdür. 

 Kayseri'de ilk özel sağlık kuruluşu olma özelliğine sahip olan İbni Sina hastanesi, 31. kuruluş yıl dönümünü kutladığımız şu günlerde Yoğunburç ta  Ortopedi, Göz, Genel cerrahi, dahiliye branşlarında uzman hekimleri, acil hekimlik işlemleri ve Türkiye de özel hastanelerde açılan ilk GETAT   ( Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Kliniği ) üniteleri arasında, daha çok rejeneratif / Hücresel / kök hücre ( Yenileme- Tamir ) tedavileri kendisine ilke edinmiş 24 saat kesintisiz hizmet vermeye devam eden, klasik hastane ortamının ötesinde kendine özel belirli alanlarda ilaç ve ameliyat dışındaki tedavi şeçeneklerinde de uğraşı veren bu alanlarda ülkemizde söz sahibi nadir kurumlardandır. 

'' İnsana insanca davranmak, doğru tanı,  doğru tedavi ve bedeni öncelikle korumak / zarar vermemek temel ilkemizdir.''
İNSAN VUCUDUNDA ORTOPEDİK RAHATSIZLIKLAR
Omuz Rahatsızlıkları Dirsek Rahatsızlıkları El Bileği Rahatsızlıkları Omurga Rahatsızlıkları
Kalça Rahatsızlıkları Diz Rahatsızlıkları Ayak Bileği Rahatsızlıkları TAMAMI
Sağlık Köşesi
Kıkırdak Hasarı ve Tedavi Yöntemleri Osteokondrit
Günümüz toplumunda kıkırdak bozuklukları oldukça sıktır.    Osteokondrit ( kıkırdak bozukluğu ) özellikle asitik beslenme sonucu alkali olan eklem kıkırdağına verilen zarar, obesite sonucu ekleme binen aşırı yükler, mekanik aksta oluşan bozukluklar sonucu çağımızın üzerinde durulması gereken en önemli ortopedik problemlerden biri olmuştur. Sadece semptomatik olgulara girişim yapıldığı için, erişkinlerde kıkırdak lezyonlarının insidansı hakkında sağlıklı bilgiler yoktur. Genel olarak kabul edilen görüş, 1 cm’den büyük lezyonların semptom verdiği ve osteoartrite ( kireçlenme ) dönüşebildiğidir. Erişkinlerde kıkırdak lezyonlarının kendiliğinden iyileşme yeteneği yoktur. Şimdiye kadar tanımlanmış olan tedavi yöntemleri ile, normal hyalin kıkırdağın 3 boyutlu mimari yapısı ve histolojisini yeniden oluşturmak mümkün değildir.     Güncel kıkırdak onarım teknikleri kabaca fibröz kıkırdak ve hyalin benzeri kıkırdak oluşturma teknikleri olarak kabaca iki grupta incelenebilir.      Fibröz kıkırdak yöntemleri arasında en sık uygulananlar subkondral perforasyon ( Drilling ) ve mikro-kırık teknikleridir. Her ikisinde de amaç, subkondral kemiği uyararak, kemik iliğindeki mezenkimal kök hücrelerinin kıkırdak defektine ulaşmasını sağladıktan sonra; bu hücrelerin sürekli pasif hareket varlığında ve sinovyal sıvı ortamında fibrokartilaja dönüşmelerini sağlamaktır. Oluşan tamir dokusu, normal hyalin kıkırdaktan mimari olarak farklıdır ve biyomekanik olarak daha zayıftır. Uzun süreli izlemde bu kıkırdağın dejenere olarak işlevini kaybetmesi beklenir. Yine de, kolay olması, artroskopi ile uygulanabilmesi, morbiditesinin düşük olması dolayısıyla en sık uygulanan tedavi yöntemlerinden biridir.         Artroskopik gerekli işlemleri yapıldıktan sonra eklem içerisine Kök hücre ( stem cell ), PRP ( Platelet Rich Plazma ) veya PRGF  uygulamaları yapılarak başarılı sonuçlar alınabilir.         Bu uygulamalar oldukça başarılı cerrahi yapılmadan önce muhakkak akılda bulundurulması gereken cerrahiye ciddi alternatif olan tedavilerdir. Şu iyi bilinmelidir ki hastada semptomlara yol açan nedenler kıkırdak hasarı değil diz etrafındaki yumuşak dokulardan kaynaklanan ağrılardır. Çünkü eklem yüzeyini kaplayan hyalen kıkırdakta ağrı hissini taşıyan sinir lifleri yoktur. Siz içerideki kıkırdak yapıyı protezle değiştirseniz bile etraf yumuşak dokuyu, bağları göz ardı eder onları güçlendirici tedaviler yapmazsanız hastanın şikayetlerini düzeltemezsiniz.
Sağlık Köşesi
Diz Eklemindeki Menisküs Yırtıkları
Günümüzde spor faaliyetleri ve fiziksel form hedefleyen egzersizler rağbet gördükçe diz yaralanmaları da her yaştaki insanlarda gittikçe daha sık görülmektedir. Diz eklemi vücuttaki en büyük eklemdir. Diz eklemi 3 kemikten oluşmaktadır. Yukarıda uyluk (femur) kırığı aşağıda bacak (tibia) kemiği ve öndeki parça diz kapağı (patella) kemiğidir. Diz eklemi fleksiyon ve ekstansiyona izin veren menteşe tipi eklem olmasına rağmen,hareket esnasında rotator eklem fonksiyonu da gösterir. Eklem yüzleri birbirlerine çok uygun olmadığı için eklem yardımcı dokularla güçlendirilmiştir. Bunlar diz eklemi bağları (Ligamentler) ve çukur şeklindeki kıkırdaklar (Menisküsler)'dir.ANATOMİ:Her dizde iç ve dış olmak üzere iki adet fibrokartilajinöz yapıda bulunan menisküsler vardır. Menisküsler yarım ay şeklinde, periferik kısımlarının koveks ve kalın içe doğru incelerek seyreden (enlemesine kesitlerde) üçgen biçiminde olup tibia eklem yüzünün 3/2 örtecek şekilde yerleşir.Menisküsler kompresyona direnç gösterecek biçimde yoğun sıkı örgü şeklinde kollajen lifleri bulunan elastikiyeti olan ve önemli görevleri üstlenmiş yapılardır. Menisküslerin şok abzorbe edici görevi, eklem kıkırdaklarının beslenmesine yardımcı diz stabilitesini sağlar ve yükün daha geniş bir alana dağılmasını ve eklem kıkırdaklarının yüksek basınçtan korunmasını sağlar.ETYOPATOLOJİ:Menisküs yırtıkları her yaşta görülebilmektedir.Ancak oluş mekanizmaları farklıdır. Genç insanlarda menisküs dokusu sağlam olduğundan ciddi travmalar sonucu yırtılırlar. Menisküs yırtığına neden olan travma ve zorlamaların kapsül, yan ve çapraz bağlarda yaralanmalara neden olduğu unutulmamalıdır. İleri yaşlarda menisküs dejenerasyondan dolayı zayıflar ve çok basit diz hareketlerinde bile yırtılabilir. İç menisküsün daha geniş kalın olması ve medial yan bağa sıkıca yapışmış olmasından dolayı daha hareketli olan dış menisküse göre 5-7 kat daha sık olarak yaralanır ve yırtılır.Menisküs yırtıkları yırtık biçimine göre sınıflandırılmıştır:- Uzunlamasına yırtıklar; menisküs kenarına paraleldir, kısmi veya tam olabilir.- Enlemesine yırtıklar; menisküsün superior ve inferior yüzlerinin ayrılması şeklinde olur- Oblik yırtıklar- Radial (perifere dikey) yırtıklar- Değişik tip yırtıklar(flep şeklinde, kova sapı şeklinde, papağan ibiği şeklinde, karışık veya dejeneratif menisküs yırtıkları)Menisküste damarlı kısım periferde olduğu için iyileşme ancak bu bölgede olur.Bu nedenle son yıllarda artroskopik cerrahinin gelişmesiyle periferik menisküs yırtıklarının onarımı başvurulan onarım yöntemlerinden biri olmuştur.KLİNİK BULGU VE BELİRTİLERİ:Menisküs yırtıklarının büyük çoğunluğunda ağrı, şişlik ve kitlenme gibi üç ana belirti vardır. Ağrı en önemli belirtidir ve sıklıkla yırtık olan menisküs tarafında eklem hizasında olur. Merdivende ve çömelirken ağrı artar kitlenme yırtık olan menisküs parçasının eklem aralığına sıkışması ile olur ve bükülen diz uzun süre açılamaz.Menisküs yırtığı olan dizde sıklıkla sıvı birikmesi de olur. Hasta bunu dizinde şişme ve dolgunluk hissi olarak algılar. Duyarlılık eklem aralığı boyunca bulunabilir, bu menisküsün periferik yapışma yerlerindeki yırtılma veya zorlanmaları gösterir.TANI:Tanıya anamnez, fizik muayene, menisküse yönelik özel testler, radyo-diagnostik yöntemler ve artroskopiyle ulaşır hastanın hikayesi yaralanmanın oluş şekli ve zamanı,travmanın şiddeti, şikayetleri, muayene bulguları ve özel testler (mcmurray, Apley testleri) ile menisküs yırtığından şüphelenilebilir. Düz röntgen grafilerinde menisküsler görülmez; ancak dizdeki başka anormallikleri görme açısından çekilmesi önerilir. En iyi tanı aracı manyetik rezonanstır(MRI) Menisküs yırtıklarını %80-93 arasında gösterir, ayrıca beraberinde diğer eklem yapıları da görülür. Eğer bunlarla tanı konulamazsa artroskopi ile dizin içine bakılarak tanı kesin olarak konulabilir.TEDAVİ:Konservatif tedavi:Akut bir diz travmasını takiben,dizdeki patolojilerin tanısı konulana kadarki ilk tedavi kanservatif olmalıdır.Öncelikle ekstremite yükten arındırılarak,istirahata alınır. Semptomik tedavi medikal olarak anti enflamatuvar ve analjezik ilaçlarla sağlanır. Akut belirtilerin azalmasından sonra diz eklemi dikkatlice muayene edilir ve bulgulara göre tedavisinin gidişi saptanır. İlk tedavi yaralanmanın şiddetine bağlı olarak ortalama 10 ila 20 gün sürdürülür. Bu süre sonrasında yük verilir.Bundan sonraki aşamada dizde lokalize palpasyon ağrısı devam ediyor; ancak bağ sistemi sağlamsa kitlenme ve hidroartroz yoksa konservatif tedaviye devam edilir.Dize elastik bandaj veya dizlik sarılır. Hastanın sportif aktivitelerine ara vermesi söylenir ve progressif quadriceps egzersizlerine devam edilerek hasta izlenir.Cerrahi Tedavi:1-) İlk tedaviyi takiben tekrarlayıcı ağrı ve süregelen effüzyonlar ve de kilitlenme gibi septomlar günlük veya sportif yaşamı engellemeye başladığı anda menisküse yönelik cerrahi tedavide maximum menisküslerin korunmasını hedefleyen menisküslerin cerrahi olarak çıkarılması yani menisektomiler, menisküsün bütünü çıkarılmasını içeren total menisektomiler veya yalnız yırtık parçanın çıkarılmasını içeren parsiyel menisektomiler şeklinde yapılır.2-) Pereferik yırtıklarda yırtığın dikişlerle tespit edilerek menisküs tamirleri menisküs tedavilerindeki son aşama menisküs transplantasyonlarıdır.Daha önce menisküsü alınmış hastalarda gelecekte karşılaşılacak dejeneratif değişiklikleri önlemek ve diz stabilitesine olan katkılarına tekrar kazanabilmek için alternatif bir yöntemdir. Son yıllarda giderek uygulama alanı bulan transplantasyonda ilke, kadavradan alınan menisküs dokusunun transplante edildiği yeni dizde de canlılığını sürdürmektedir.ARTROSKOPİ:Tüm dünyada büyük eklem yaralanmalarının tanı ve tedavilerinde çok sık kullanılan bir yöntemdir. Hastaya zarar vermeyen minor cerrahi bir işlemdir. Artroskopi teknik olarak çok küçük ameliyat kesileri yardımıyla eklem içerisine yerleştirilen kurşun kalemden daha ince aletler ile ve fiberoptik kamera yardımıyla monitör ekranından eklem içerisinin net bir şekilde görüntülenmesi esasına dayanır. Eklemin sağlamlığını temin eden yapılara bir zarar verilmediğinden hastalarımız artroskopi sonrası çok kısa sürede eski işlerine ve aktivitelerine dönebilmektedir. 
Sağlık Köşesi
Diz Ekleminde Sinsi Tehlike Osteonekroz
Osteonekroz, son yıllarda diz cerrahisi ile ilgilenen ortopedik cerrahlar arasında oldukça çok tartışılır olmuştur. Bunun da en önemli nedeni; görüntüleme yöntemlerindeki gelişmelere paralel olarak osteonekroz’un tanısının kolay konulabilmesine karşın, tedavideki başarının istenilen düzeyde olmamasından kaynaklanmaktadır.Kemiğin çeşitli sebebler sonucu ölümüne osteonekroz denir. Osteonekroz spontan osteonekroz ve sekonder osteonekroz olmak üzere iki grupta incelenir. Spontan osteonekroza idiopatik veya primer osteonekroz adları da verilir ve tüm osteonekrozların %40’ını oluşturur. Sekonder osteonekroz ise bir takım hastalıklara veya ilaçlara bağlı olarak oluşur ve tüm osteonekrozların %60’ını oluşturur. Osteonekroz birinci sıklıkta kalça ekleminde görülürken ikinci olarak da diz çevresinde görülür.SPONTAN OSTEONEKROZSıklıkla 60 yaş üzerinde ortaya çıkar ve kadınlarda 3 kat daha fazla görülür. Diz ekleminde ani başlayan ağrı ile karakterizedir ve en sık kemiğin yük binme yüzeyinde ortaya çıkar. Diz eklemini tutan spontan osteonekroz’un, günümüzde halen nedeni tam olarak bilinmemektedir.SEKONDER OSTEONEKROZSıklıkla genç hastalarda ( 20-55 yaşları arasında ) görülür. Birden fazla eklemi tutar ve asemptomatik olabilir. Spontan osteonekroza göre daha geniş alanı etkiler. Sekonder osteonekroza yol açan birçok sebep vardır:·         Bunlardan en sık görülenleri:·         Steroid ve NSAİ ilaç kullanımına bağlı osteonekroz·         Sistemik Lupus Eritematosus (SLE)·         Alkolizm Sonucu Osteonekroz·         Menisküs yırtığı Ameliyatı sonrası Osteonekroz·         Artroskopik Lazer Kullanımına Bağlı Osteonekroz·         Gaucher Hastalığına Bağlı Osteonekroz·         Gebeliğe Bağlı Osteonekroz·         HIV Enfeksiyonuna Bağlı OsteonekrozSPONTAN OSTEONEKROZUN TANISIKlinik olarak 60 yaş üzerinde kadınlarda daha sık olarak görülür. Hastalar genellikle dizlerinde ani başlayan şiddetli ağrı ile hekime başvururlar. Lezyonun olduğu bölgeyi iyi lokalize ederler. Ağrı yüklenme ile artar ise de hastaların çoğu istirahatte ortaya çıkan gece ağrısından şikayet ederler. Başlangıçta şiddetli olan bu ağrı aylar içerisinde azalır. Ağrı ile birlikte hafif dereceli sinovit atağı görülebilir. Akut dönemde diz hareketlerinde kısıtlılık ortaya çıkabilir.Osteonekroz klinik ve radyolojik verilere göre 4 evreye ayrılır. Bütün evrelerde aynı belirti ve bulgular değişik derece ve şiddette (ağrı, hassasiyet, efüzyon ve sinovit ) olabilir.Evre 1: Şiddetli ağrı vardır. Semptomları 6-8 hafta sürer. Çoğunlukla geri dönüşümlüdür. Direkt röntgenografi normaldir. İlerleme göstermeyen tiplerinde MR da görüntü verebilir. Kemik sintigrafisi bu evrede her zaman pozitiftir. Bu evrede tedavi konservatiftir.Evre 2: Ağrının şiddeti evre 1 e göre biraz daha azalmıştır. Semptomları 2-4 ay sürer. Röntgende görülebilir. Geri dönüşlüdür.Evre 3: Orta şiddette ağrı vardır. Semptomları 3-6 ay sürer. Bu evrede kemik sintigrafisi, MR ve BT pozitif olsa da direkt röntgenografiye göre üstünlüğü yoktur. Artık lezyon geri dönüşsüz hale gelmiştir.Evre 4: Semptomları 9-12 ay sürer. Direkt radyografilerde lezyon görülür ve buna ek olarak eklem yüzeyinde çökme oluşur. Geri dönüşümsüzdür . Artık evre 4’e ulaşan lezyon eklemde ileri derecede dejeneratif değişikliklere neden olur. Eklem yüzeyindeki bozulmaya bağlı olarak ağrı şikayetinde artış olur.Klinik tanı birçok eklem hastalığı ile karışabilir. Bu nedenle radyolojik görüntüleme metodları ile kesin tanı konulabilir. Tanıda direkt röntgenografi, kemik sintigrafisi, Bilgisayarlı tomografi ve Manyetik rezonans görüntüleme(MR) tetkikleri kullanılabilir.Kemik sintigrafisi: Erken tanı konulabilmesi en önemli avantajıdır. Buna karşılık osteonekrotik alanın tam olarak lokalizasyonunun elde edilememesi ve diğer aktivite artışına neden olan hastalıklardan ayrımının yapılamaması en önemli dezavantajıdır. Bu nedenle günümüzde osteonekroz tanısında ilk tercih edilecek görüntüleme yöntemleri arasında değildir.Direkt Röntgenografi: Erken dönemde direkt radyografi ile tanı konulamaz, ancak ilerleyen evrelerde kemikte yıkım yapmaya başladığında bulgular ortaya çıkar.Bilgisayarlı Tomografi(BT): Evre 1 ve 2 gibi erken evrelerde normal bulgu verir. Ancak evre 3 ve 4 gibi eklemde hasar yapan ileri evreli lezyonlarda lezyonun lokalizasyonu ve büyüklüğü hakkında ayrıntılı bilgi verebilir.Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR):  Günümüzde osteonekrozun tanısında en önemli görüntüleme yöntemidir. Erken evrede bile yüksek hassasiyet gösterir. En önemli avantajı erken dönemde tanıya izin vermesi, lezyonun hakkında ayrıntılı bilgi vermesi ve en önemlisi lezyonun eklem kıkırdağı ile ilişkisini göstermesidir.TEDAVİOsteonekroz da tedavi konservatif ve cerrahi olmak üzere 2 şekilde incelenebilir. Amaç erken evrede tanı koyup erken tedaviye başlamaktır. Özellikle erken evrede konservatif tedavi ön plandadır. Cerrahi tedavi ise ilerleyen evrelerde kullanılır.Konservatif TedaviEvre 1’de konservatif tedavi uygulanır, bu da kısmi yük verdirme,  Analjezik  ilaçlar ile yakınmalar azaltılabilir. Sportif aktiviteler kısıtlanır. Evre 2 de konservatif tedavi lezyonun büyüklüğüne bağlıdır.Cerrahi TedaviEvre 3 ve 4 de konservatif tedavinin yeri yoktur, tek tedavi biçimi cerrahidir. Tedavi hastanın yaşı, osteonekrozun etyolojisi, lezyonun yeri, dönemi, büyüklüğü ve kemik defektinin olup olmadığına göre farklılık gösterir.Diz eklemini ilgilendiren osteonekrozun cerrahi tedavisinde sık olarak kullanılan yöntemler: Cerrahi tedavi yöntemleri;·         Core-Dekompresyon·         Artroskopik Debridman·         Kök hücre ( Stem Cell )·         PRGF ( Platet Rich Growth Faktör )·         Proloterapi·         PRP ( Platelet Rich Plazma )·         Düzeltici Osteotomiler·         Osteokondral Greftler·         Diz Protezleri·         Karbon Fiber veya Demineralize Kemik Matriksi ile Defektin Doldurulması·         Periosteal veya Perikondral Otogreftler·         Kondrosit ve Mezenkimal Hücre Kullanımı·         Otolog kondrosit kültür uygulaması·         Kalloosseöz greftBu yöntemlerin gelişmesi ile gelecekte osteonekroz tedavisinde rutin kullanıma girmeleri mümkün olabilecektir.PROGNOZDizdeki osteonekrozun doğal seyri kalçadakinden farklıdır. İdiyopatik osteonekrozlu hastaların %50’ye varan kısmı pre-radyolojik dönemde iyileşir ve osteoartrit gelişmez. Prognozu belirleyen en önemli faktör lezyonu büyüklüğüdür. Sekonder osteonekrozu olan hastaların prognozu daha kötüdür.Sonuç olarak günümüzde radyolojik görüntüleme yöntemlerindeki gelişmelere bağlı olarak, diz eklemini tutan spontan osteonekrozun tanısının konulması çok erken dönem hariç, oldukça kolaylaşmıştır. Ortopedik cerraha bu kadar önemli bilgiler sağlayan teknolojik gelişmelere rağmen halen tedavi konusunda osteonekrozun birinci evresi hariç, ortak görüş birliği yoktur. Bu aşamada tedavi kararının verilmesinde cerrahı yönlendirecek olan en önemli nokta kendi klinik gözlemleri ve tecrübesi olacaktır.
Sağlık Köşesi
Diz Artroskobik Cerrahisi
Artroskobik cerrahi nedir?Artroskobik cerrahi de eklem içine küçük bir delikten bir kamera yerleştirilerek görüntü monitöre aktarılır. Sonrasında da operatör yine küçük bir delikten eklem içine sokulan değişik cerrahi aletlerle monitörden izleyerek operasyonu gerçekleştirir. Artroskobik cerrahide kullanılan cerrahi aletler kalem ucu büyüklüğündedir. Avantajları; Eklem içindeki menisküs, kıkırdak, bağlar ağrı duyusu olmayan dokulardır. Artroskobik cerrahi çevre dokulara zarar vermeden ve yaralamadan direkt eklem içine girilmesine ve sadece hasta olan dokulara müdahale edilmesine olanak sağlar. Böylece operasyon sonrası son derece rahattır.Artroskobik cerrahi sırasında eklem içi yapıları çok yakın ve büyütülmüş olarak görülür. Bu sayede hastalıklı dokular çok daha iyi teşhis ve tedavi edilebilirler.Artroskobik cerrahide eklem hareketlerini sağlayan iyileşmesi zor ve ağrılı adele, kapsül gibi dokulara hiç dokunulmamaktadır. Böylece ameliyat sonrası eklem hareketleri ağrısız ve rahat tır. Ayrıca ameliyat yarası, kanama olmadığından pansuman ihtiyacıda yoktur. Enfeksiyon riski de açık cerrahilere göre çok düşüktür. Diz Artroskobik cerrahisi yarım santimlik 2 küçük delik aracılığıyla gerçekleştirilir. Dizde artroskobinin kullanım alanlarıArtroskobik cerrahi ile eklem içindeki bütün hastalıkları tedavi edilebilmektedir. En sık kullanıldığı yerler;Menisküs cerrahisiÖn ve arka çapraz bağ operasyonlarıEklem kıkırdak hastalıklarının bir kısmıFazla ilerlememiş diz kireçlenmeleriDiz kapağının dışa dönüklüğü ve çıkıklarıDiz içi enfeksiyonlarDiz içi iyi huylu tümör ve kistlerARTROSKOBİK MENİSKÜS CERRAHİSİMenisküs tedavisinde 2 ayrı cerrahi tipi vardır. Menisküsteki yırtık kan damarı olmayan bölgede ise sadece yırtık bölüm alınarak tedavi edilir. Menisküs yırtığı kan damarı olan (kırmızı bölge) bölgede ve hasta 45 yaş altında ise yırtık dikilerek tedavi edilir. Kırmızı bölge yırtıklarından çok eski ve parçalı olanları ile 45 yaş üstündeki kişilerde olanlarda menisküs dikişi tercih edilmez ve yerine yırtık alınır. Menüsküs dikişi son derece komplike ve zor bir cerrahidir ve sadece bu konuda deneyimli diz cerrahları tarafından yapılmalıdır. Dış menisküs dikişi sırasında bazen diz arkasındaki damar ve sinirleri korumak için küçük ekstra bir kesi açılması gerekebilir. Menisküs ameliyatları sonrası hastalar 1 gün hastanede tutulmakta ve sonrasında evlerine yollanmaktadır. Ameliyat sonrası ağrı olmamaktadır. Menisküs yırtığının alındığı vakalarda ameliyattan hemen sonra hasta koltuk değneği kullanmadan direkt bacağına yük vererek yürüyebilmekte, merdiven inip çıkabilmektedir. 3 gün buz uygulaması ve ev istirahati sonrası hastalar ofis çalışmasına geri dönebilmektedir. İşi ayakta olanların işlerine dönmelerine 10. gün izin verilir. Hastalar düz koşuya 20. gün başlayabilmekte ve spora 1. ay sonunda dönmektedirler. Profesyonel sporcularda özel rehabilitasyon programları ile 20. gün sportif aktiviteye dönmeleri mümkündür. ARTROSKOBİK KIKIRDAK OPERASYONLARI Diz eklem kıkırdaklarındaki sorunlarda artroskobik cerrahi ile bir çok işlem gerçekleştirilebilmektedir. Aşağıda bunlara ait özet bilgiler verilmiştir. Mikrokırık yöntemiKemik iliğinde kıkırdak hücresine dönerek iyileşme potansiyeli olan hücreler bulunur. Bu yöntemde hasarlı kıkırdak bölgesinde milimetrik kırıklar oluşturularak bu bölgede yeni kıkırdak dokusu oluşturulur. Bu yöntemle elde edilen yeni kıkırdak dokusu orjinal kıkırdak dokusundan biraz farklı bir yapıya sahiptir. Oldukça ucuz ve etkili bu yöntem 45 yaş altı ve 3 cm2 den küçük kıkırdak kayıplarında kullanılılabilir. Hastalar ameliyat sonrası dizlerini rahat bükebilmekle beraber yeni dokunun oluşması için gereken 6-8 hafta boyunca bastırılmamakta, koltuk değneği kullanmaktadırlar. Sonrasında 6 hafta kadar yoğun bir fizik tedavi gereksinimi vardır. Traşlama ( shaving ) yöntemiSık kullanılan ve kıkırdak düzensizliklerini traşlayarak düzeltmeye dayanan bir yöntemdir. Burada yeni kıkırdak oluşumu söz konusu değildir. Sadece yüzeylerin düzeltilmesi ile sürtünmeyi, aşınmayı ve ağrıyı azaltmayı amaçlar. Kolay bir teknik olmakla birlikte çok nazik yapılması gereken bir işlemdir. Fazlası aşırı kıkırdak kaybı ile daha fazla probleme neden olabilir. Operasyon sonrası menisküs gibidir. Ancak 6-12 haftaya kadar dizde şişlik ve hafif ağrı olabilir. Osteokondral greftleme (mozaikplasti) Kıkırdak kayıpları 2 cm2 den küçük 45 yaş altı hastalara uygulanan bir yöntemdir. Osteokondrol greft denilen üzeri kıkırdak ve altı kemik silindir biçimli parçaların sağlam eklem yüzeylerinden alınarak hasarlı bölgelere naklidir.Bir osteokondral grefti kişinin kendi dokularından (otogreft) veya başka birey -canlılardan (allogreft) sağlamak mümkündür. Ancak herhangi bir özel neden yoksa kişilerin kendilerinden sağlanır. Eğer bir otogreft planlanıyorsa kemik-kıkırdak silindirleri ağırlık taşımayan diğer kemiklerle minimal temasa sahip eklem yüzeylerinden alınır. Bu gerçek uygulama yüzeyinin kısıtlanmasına neden olur. Bu greftler mozaik biçiminde hasarlı bölgelere döşenir. Ağırlık taşıyan ve nispeten küçük defektlerde etkin bir yöntemdir. Orjinale yakın sağlam bir yüzey elde edilir. Operasyon sonrası genel protokol erken hareket, kuvvetlendirme exersizleri ve ağırlık vermekten 6-8 hafta kaçınılmasıdır. Tam yük verme 3 aya kadar geciktirilebilir, sportif aktivitelere dönüş 4-6 ay sürmektedir. Kıkırdak hücre nakli (chondrocell nakli) Kıkırdak hücreleri yapısal olarak en üst düzeyde olgunlaşmış hücrelerdir. Bu nedenle kendileri çoğalamazlar. İnsanlarda kıkırdak hücresi üretimi 1 yaşında sona erer. Yeni kıkırdak hücresi çoğaltılması için genetik labaratuarlarında genetik bir dizi işlem ve kültürde çoğaltma işlemi gerekmektedir. İki aşamalı bir cerrahi bir işlem gereklidir. İlk aşamada cerrah artraskobik teknikle sağlıklı kıkırdak hücrelerini diz ekleminin ağırlık taşımayan bölgelerden toplar. Toplanan kıkırdak hücreler genetik bir işlem sonrası 15 gün kültüre edilirek üretilir.Bu hücreler hazırlandıktan sonra ikinci aşama operasyona geçilir. İkinci operasyonda diz kıkırdağındaki hasarlı bölge üzerine dikilmiş kemik zarı altına bu hücreler enjekte edilirler. Bu hücrelerden orjinal kıkırdak dokusuna çok yakın kıkırdak dokusu gelişir. Kıkırdak hücre naklinde kişilerin kendi hücreleri kullanıldığı için tehlike yoktur ve vakaların önemli kısmında (yaklaşık %70-80) iyileşme sağlanır. Bununla birlikte herkeze uygulanamaz. Bu işlemde karar verebilmek için hasarlı bölgenin ölçüsü, önceki cerrahilerin sayı ve içeriği, hastanın talep ve beklentileri, hasarlı bölgenin yeri ve birden fazla lezyonun bir arada bulunması önemlidir. Yaşlı ve diğer kireçlenme bulguları olan kişilerde uygulanmazken, genç ve yaralanma sonrası kıkırdak problemi olan hastalar iyi adaylardır. Ancak nakil bölgesinin alanı çok geniş olmamalıdır. Genişleyen alanlarda başarı şansı düştüğü için allogreftler daha avantajlıdır. Operasyon sonrası genel protokol erken hareket, kuvvetlendirme exersizleri ve ağırlık vermekten 6-8 hafta kaçınılmasıdır. Tam yük verme 3 aya kadar geciktirilebilir, sportif aktivitelere dönüş 6-8 ay sürmektedir. Kıkırdak ve Menisküs Allogrefti uygulamalarıDizin kemik ve kıkırdak hasarlanmalarının geniş olduğu genç hastalarda diz protezine iyi bir alternatiftir. Genellikle dizin iç veya dış kısmının tamamını ilgilendiren menisküs ve kıkırdak bozukluklarında uygulanabilir. Menisküsün tamamının alındığı açık teknik operasyonları veya büyük parçalı yırtıklar nedeniyle menisküsün tamamının alınması gerektiği artroskobik ameliyatlar sonrası meniküslerin amortisör görevi ortadan kalkar. Bu durumda ağırlık taşıyan alanlarda eklem kıkırdaklarının direkt teması zaman içinde aşınma ve kireçlenmeye neden olur. Bu olayın erken evrelerinde kadavralardan alınan menisküsün nakli bu kısır döngüyü kırar ve çok iyi sonuçlar vermektedir. Bu olayın daha ileri devrelerinde veya kırık-travma sonrası yüzey düzensizlik ve kayıplarında dizin hasarlı bölümü tamamen çıkarılarak kadavradan alınan kemik-kıkırdak-menisküsün nakli ile yeni-sağlıklı bir eklem yüzeyi oluşturulur. Kadavradan nakledilen parçalarda canlı hücreler yok edilmekte ve böylece konulan greftin reddi sorunu ortadan kalkmaktadır. Red oranı % 5 i geçmemektedir. Vücudun canlı hücreleri konulan allogreftin içine göçederek yaklaşık 6-12 hafta içinde tam bir uyum sağlar. Bu teknikte uygun ölçüye uygun kadavra için MRG veya tomografik ölçüm yapılır. Uygun kadavra parçası bulunması sonrası tek seanslı son derece radikal bir operasyondur. Operasyonun büyük kısmı açık cerrahi ile yapılır. Yukarıdaki prosedürler sonrası genel protokol erken hareket, kuvvetlendirme exersizleri ve ağırlık vermekten 6-8 hafta kaçınılmasıdır. Tam yük verme 6 aya kadar geciktirilebilir, sportif aktivitelere dönüş 8 ay-1 yıl sürmektedir
Sağlık Köşesi
Diz Protezi
Dizde diğer tedavi yöntemlerine cevap vermeyen kireçlenmeler diz protezi ile tedavi edilir. Protez denince dizde eklem yapan üç kemiğin eklem yüzeylerinin kesilerek çıkarılması ve bu yüzeylerin metal ve plastik parçalar ile kaplanmasıdır. Protez ilaç, diz içi enjeksiyonlara ve rejenerasyon tedavilerine cevap vermeyen kireçlenmelerde diz artroskopisinden ve yönlendirme ameliyatlarından yarar görmeyeceği düşünülen ya da daha önce bu operasyonları geçirdikten sonra yakınmaları yineleyen hastalarda iyi bir seçenektir. Yukarıdaki alternatif tedavilere cevap yok ve diz sorunları hastanın hayat standartını bozuyorsa diz protezi gereklidir denebilir. Yine de 65 yaş altındaki kişilerde diğer tedavi yöntemleri sonuna kadar denenmelidir. 55-65 yaşları arası diğer tedavi yöntemleri avantajlı olabilir. 65 yaş üzeri hastalara uygulanabilir. En sık soru protez yapım yaşı ve ne kadar ömrü olduğudur. Burada hastanın kişisel özellikleri; yaş, cinsiyet, ağırlık ve hareket seviyesi belirleyicidir. 65 yaş üzeri, kadın, 70 kg altı ve az hareketli kişilerde protezin ömrün kalan kısmında idare edebileceği söylenebilir. Normal bir dizde dört adet bağ, dizin kemiklerinin birbiri ile bağlantısını ve koordinasyonunu sağlar. Artritli bir dizde bu bağların yapıları bozulabilir. Diz protezi uygulamalarında bu bağlardan bazıları eklem yüzeyleri ile birlikte kaldırılır ve yeni yapma yüzeyler ile değiştirilir. Konulan parçaları yerinde tutmak üzere 2 yol mevcuttur.Bunlardan biri polimetimetakrilat adı verile çimento ile tespittir. Diğeri ise özel hazırlanan ve kemiğin gelişimine uygun olarak kemikle bütünleşen parçalardan oluşan protezlerdir. Bugün diz protezlerinin büyük çoğunluğu çimentolu olarak yapılmaktadır. Bu süreyi hastanın kilosu, genel sağlık koşulları,aktivite düzeyi arttırıp, azaltabilmektedir. Çimentonun avantajı gerek kemikle protezi birbirine bağlayan bir yapı olması gerekse katı bir maddenin ortama kattığı biomekanik güçtür. Bugün için kullanılan materyallerde kırılma olayı son derece azdır, 1980'li yıllarda kemiğe bir çimento materyali olmaksızın uygulanabilen protezler üretilmiştir. Bu implantların yüzeylerinde yeni kemik oluşumunu sağlayabilecek biolojik olarak aktif olan maddeler bulunmaktadır. İmplanları kemiğe tespit etmek üzere çeşitli vida sistemleri de geliştirilmiştir. Vidalar yeni kemik gelişimi sağlanana dek protezin tespitinden sorumlu olacaklardır. Bazı modeller çimentolu protezler kadar başarılı olmuşlardır.Ancak ne kadar düzgün yüzeyli olurlarsa olsunlar bu protezlerde de yük altında kalmaya bağlı küçük fragmanların oluşumunun daha fazla olduğu ve biolojik yanıtın daha hızlı geliştiği tespit edilmiştir.Ayrıca bugün için bu tip protezlerin kullanımı ile ilgili uzun dönem sonuçlar henüz elimizde mevcut değildir. 1980'li yılların sonuna doğru femoral komponenti çimentosuz, tibial komponenti çimentolu hybrid ( melez ) protezler üretilmiş olup bugüne kadar ki sonuçları iyidir. Sonuç olarak diz protezi cerrahisi bazı bugün için dizin biomekaniğini düzenleme de etkili bir tedavi yöntemidir. Hastaların operasyonun ertesi günü yürümelerine, 2. gün tuvalete oturmalarına izin verilir. Dikişler ortalama 15 günde alınır ve sonrasında banyoya izin verilir. Hasta operasyonun ertesi gününden itibaren diz bükme ve adele güçlendirme ekzersizlerine başlanır. Bu ekzersizler diz fonksiyonlarının tamamen kazanılmasına kadar devam eder. Genellikle 6. haftada tüm diz fonksiyonları geri döner. Dizde şişlik ve protezin varlığını hastalar 3-6 ay hissedebilirlerse de yürüme ilk haftadan sonra ağrısızdır. OPERASYONA KARAR VEREN HASTALARA UYARILAR Operasyon sırasında ve sonrasında erken dönem olası komplikasyonlar; Enfeksiyon; İyi ameliyathane koşullarında protez operasyonlarında enfeksiyon oranı % 2 civarındadır. İyi ameliyathane koşulları denilirken "laminar air flow " denilen özel mikrop bulaşmasını engelleyen bir sistem bulunmasıdır. Normal ameliyathanelerde enfeksiyon oranları % 5-10 arasındadır. Enfeksiyon olursa yeniden bir operasyonla ile eklemin yıkanması gerekebilir. İleri enfeksiyonlarda operasyonda konulmuş olan protezin çıkarılması gerekebilir. Bu durumda 6-12 hafta antibiotik kullanımı sonrası yeniden protez konabilir. Derin ven trombozu ( toplar damarlarda kan pıhtılaşması); Bu komplikasyon %5 in altındadır. Genellikle 3. günden sonra görülme olasılığı başlar, 6-10. günler en fazla görülür. Ancak nadiren de olsa operasyondan aylar sonra da görülebilmektedir. Derin ven trombozlarınının da % 5-10 kadarı (tüm hastaların 10 binde 5-10 u ) pıhtının koparak akciğere veya beyine giderek hayati risk yaratabilir. Hastaların bazılarında ek risk faktörleri vardır. Bunlar kadınlarda doğum kontrol hapları kullanılması, hastaların daha önce derin ven trombozu geçirmiş olması, bacaklarda varis bulunması, ailevi yatkınlık vb. Derin ven trombozundan korunmak için kan sulandırıcı ilaçlar, operasyon sonrası antiembolik çoraplar giydirilmesi, yatak içi egzersizler ve erken ayağa kaldırarak yük verme riskleri azaltmaktadır. Eğer hastalarda ek risk faktörleri varsa bu uygulamalar daha da uzatılmaktadır. Teknik hatalar; Protez ameliyatları teknik olarak son derece komplike operasyonlardır. Bu nedenle teknik hatalara bağlı komplikasyon olasılığı her zaman ve her yerde olabilmektedir. İyi ellerde teknik hatalara bağlı komplikasyonların riskleri çok azalmakta ve sonuca etki eden teknik hatalar çok nadiren oluşmaktadır. Ameliyat sonrası süreç;Hastalar ameliyathaneye alındıktan sonra önce uyutulmakta, steril ortam için ilgili bacak silinmekte ve örtülmekte sonrasında operasyon sistemleri kurulmaktadır. Bu ortalama 40 dakika bir zaman gerektirmektedir. Operasyonun deneyimli ellerdeki normal süresi 45 dakika civarındadır. Operasyon sonrası hastalar 30 dakika -1 saat arasında ayılma odasında bekletilmekte ve sonra da odalarına alınmaktadır. Dahili sorunları olan veya çok yaşlı hastalarda zaman zaman yoğun bakım ihtiyacı olabilir. Hastalar odalarına alındıktan sonra 2 saat içinde tamamen uyanık hale gelmektedir. Ağrı ağrı kesicilerle tamamen kontrol edilebilmektedir. Hastaların dizinde (kliniklerde uygulama farkları vardır) içeride biriken kanı boşaltmak için dren, elastik bandaj, bacağa giydirilmiş antiembolik çorap bulunur. 3-4 saat sonra hastalara yemek verilir. Ertesi gün hastalara bir walker yardımıyla kalkmalarına izin verilir. Ayağa kalkmadan önce 5 dakika kadar oturarak başın dönmediğinden emin olunmalı, baş dönerse uzanarak 1 saat sonra ayağa kalkma yeniden denenmelidir. Hastanede (uygulamalar farklı olmakla beraber) 5-7 gün kalacaksınız. 2. gün sorumlu sağlık personeli gelerek size yatakta yapmaya başlayacağınız egzersizleri gösterecek. 2 saat sonunda 2 saat ara verilecek ve tekrar başlanacaktır. 2-3. gün sonunda diziniz 90-100 derece bükülüyor olacaktır. Dreniniz 2. veya 3. gün çekilecek ve pansuman yapılacaktır. Hastanede kaldığınız sürece dizinize buz uygulanacaktır. İlk 2 gece 38 civarında ateşiniz olabilir, enfeksiyon anlamına gelmez. Enfeksiyon bulguları 3. günde başlar. Eve döndükten operasyon sonrası 10. gün sonuna kadar bacağınızı uzatarak yatabilir veya oturabilirsiniz. Bu sırada buz uygulamaya devam etmelisiniz. Yemek için ayağınızı yere koyarak oturabilir ve ihtiyaçlarınız için walker aracılığı ile dilediğiniz kadar kalkıp yürüyebilirsiniz.. Bu dönemde dizinizdeki bandajı ve çorabı kesinlikle çıkarmayın. Bu dizinizin içinde kanama ve şişmeye neden olabilir. Egzersizlerinizi aksatmada her gün tarif edildiği şekilde yapınız. Bu sırada kan sulandırıcı ilacınızı kullanmayı aksatmayınız ve ağrınız olursa ağrı kesicinizi alınız. Dikkat; ateşiniz 38 derece üzerine çıkar,dizinizde, bacakta ağrı-ayak parmaklarınızda şişme olursa doktorunuzu derhal arayın. 15. gün yaranız doktorunuz tarafından görülecektir ve uygunsa dikişleriniz alınır. Dikiş alındıktan sonra fizik tedavi başlanır. Sonuç ta kaliteli fizik tedavi en etkili faktörlerden biridir. 3.hafta sonunda yürütecinizi bırakıp bir bastona geçebilirsiniz. Bastonu sağlam tarafınızda kullanmalısınız. İki taraflı operasyon olmuşsanız yürüteci 6. haftaya kadar kullanabilirsiniz. 6-12 hafta içinde bastonunuzu tamamen bırakabiliriniz. Kendinizi güvende hissediyorsanız uzun süreler baston kullanabilirsiniz. 8. haftadan sonra daha aktif olabilirsiniz, araba kullanabilirsiniz fakat sportif aktivite halen yasaktır. Tam spora dönüş 6ay sonundadır
Sağlık Köşesi
Ortopedik Ayakkabılar Düztabanlığı Önlemiyor
Ortopedik ayakkabılar düztabanlığı iyileştirmiyor, aksine ağır gramajları ve görünümleriyle ayak sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. "Ortopedik" adı altında satılan sert köseleden yapılmış, ayak hareketlerini kısıtlayan, ayağı düzeltme iddiasıyla cilt tahrişine ve ağrıya neden olan ayakkabılar hem kesenizi hem de ayakları zorluyor.Sert köseleden yapılan, hantal ayakkabının düztabanlığı iyileştirmesi beklenemezHalk arasında düztabanlığın iyi tanınmaması ve önemli bir sakatlık olarak değerlendirilmesi, bu bozukluğun giderilmesinde, ayakkabılar hesabına düşen beklentiyi arttırır. Oysa ki ayakkabılar, ayağımızı darbelerden, sivri ve kesici maddelerden korumaya ve soğuk ortamlarda ayağı sıcak, ıslak ortamlarda ise kuru tutmaya yararlar. Düztaban olgularda, ayakkabıların bu işlevleri dışında bir de düzeltici etkilerinin olabileceği, günümüzde oldukça yaygın bir kanıdır, ancak bu doğru değildir.Ayak uzunlamasına kavsi değerleri, erken çocukluk döneminde düşükken yaşın ilerlemesiyle birlikte artarak normalleşir. Bu son derece normal, fizyolojik bir gelişmedir. Bu süreç içinde düztaban zannettiğimiz birçok ayak kendiliğinden düzelir ki, biz hep bunu kullandığımız ‘düzeltici' ayakkabılara yorarız. Ayakkabılardan düzeltme işlevini beklemek boşuna bir çabadır, çünkü ayakkabı kullanma geleneği bulunmayan toplumlarda yapılan araştırmalar, bu insanlarda daha düşük oranda ayak bozukluğuna rastlandığını ve ayak esnekliğinin daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır.Ayak ağrılarının nedeni düztabanlık olabilirDüztabanlık ve içe dönük yürüme, çocukluk çağında hekimlere başvuru nedenleri arasında en önde gelen ayak sorunlarıdır. Ayağımız, 1'inci. ve 5'inci tarak kemiklerimizin ucunda yeralan baş kısımları ve topuğun oluşturduğu bir üçgen yapı sayesinde vücut ağırlığını taşıma işlevini görür. Bu yapı, yandan bakıldığında aşağı bakan bir kavis görünümündedir. Kuvvetli ayak bağları ile desteklenen bu kavis özelliği, ayağa yaylanma olanağı sağlayarak yürümeyi kolaylaştırır ve yürüme sırasında bazan vücut ağırlığının iki-üç katına kadar çıkan yükü karşılayabilmesini sağlar. Düztabanlıkta ayak uzunlamasına kavsi çökerek ayak tabanının bütünüyle yere temas etmesine ve ayağın aynı mesafe için daha fazla enerji harcamasına yolaçar ki, bu durumun ifadesi çabuk yorulma ve baldır ağrılarıdır.Düztabanlık da farklı şekillerde kendini gösterir. Olguların çok büyük bir kısmında (yüzde 80) esnek tip söz konusudur; yani ayaktayken gözlemlenen düztaban görünümü, çocuk yükseğe oturtulup ayağın yerle teması kesildiğinde kaybolur ve normal ayak uzunlamasına kavsi oluşur. Bu durum ayak bağlarının yapısal gevşekliğiyle ilgilidir. Esnek tip düztabanlık kısa veya uzun dönemde herhangi bir rahatsızlığa yol açmadığı gibi ayak performansını da genellikle etkilemez. Günümüzde ayağın normal bir varyantı olarak kabul edilen bu şekil bozukluğunu bu nedenle genellikle tedavi etmeye gerek yoktur, ancak bu ayaklar 6-12 aylık aralarla izlenmelidir.Ortopedik ayakkabılara bel bağlamayınKüçük çocuklarda düztaban tanısını koymak da zordur, çünkü ayak uzunlamasına kavsinin normal gelişimi sırasında her yaşa uygun normal değerlerinin alt ve üst sınırları arasındaki fark oldukça fazladır. Bu aralık içinde yer alan tüm ayaklar normal sayılır. Ayrıca 2-3 yaşından önce ayak kavsini dolduran yağ yastığı henüz yeterince ezilmediğinden, ayağa iç yanından bakıldığında sanki ayak tabanı tümüyle yere değiyormuş izlenimini verir ki, bu aldatıcıdır. Hele ki ayak kaslarının gelişimi henüz tamamlanmamış, 1 yaşın altındaki bir çocukta düztaban tanısını koymak oldukça güçtür.Ortopedik adı adlında satılan ağır hantal ayakkabılar hem kesenizi hem de ayakları zorluyorEsnek tip düztabanlıkta gereksiz yere sert köseleden yapılmış, ayak hareketlerini kısıtlayan, ayağı düzeltme iddiasıyla cilt tahrişine ve ağrıya neden olan bir takım ayakkabıların, hem de uzunca bir süre kullanılması, hem ayak sağlığı açısından sakıncalıdır, hem de ebeveynlere maddi külfet yükler. Bu durumda çocukların ayağını düzeltmeye kalkışmak yerine, bu yönde beklentileri olan ebeveynleri, ya da aile büyüklerini ikna etmeyi denemek daha doğru bir davranış biçimidir. Bu çocuklarda ayakkabı seçerken kıstas alacağımız husus ayakkabı biçiminin çıplak ayak biçimine en uygun olanını seçmek olmalıdır. Ayakkabı ayak ve ayak bileği hareketlerini kısıtlamayacak ölçüde esnek ve bükülebilir olmalı; ön kısmı parmakları sıkmayacak ve tarak kavsini daraltmayacak biçimde geniş olmalı; topuk kısmı 15 dereceden fazla eğime izin vermeyecek bir yüksekliğe sahip olmalı; havalanma özelliği olmalı; tabanı kaymayı önleyen maddeden yapılmış olmalı ve hafif olmalıdır. Esnek tip düztaban olgularında ergenlik döneminde nadiren de olsa ayakta durma, ya da yürüme ile artan ağrılı dönemler görülebilir. Böyle bir durum söz konusuysa, ya da topuğun dışa doğru açılanması hayli fazlaysa ayağın tedaviye ihtiyacı vardır. Bu koşullarda topuğu düzgün konuma zorlayan ve ayak kavsini destekleyen tabanlıklar kullanılır.Özel yapım ayakkabılar düztabanlığı iyileştirmiyor ancak ayakları rahatlatabiliyorTopuk kirişinin gerginliği (yüzde 15), ya da doğumsal kemik anomalilerin varlığı düztabanlığın çok daha nadir karşılaşılan diğer tiplerini oluşturur ve tedavi gerektirir. Doğumsal kemik anomalisi olarak kastedilen ayak kemiklerinin bitişik olarak oluşmasıdır. Bu durumda oluşamayan eklem hesabına düşen yüklenme, komşu eklemlere aktarılacağından buralarda eklemlerin aşınmasına yol açarak ağrıya neden olur. Düztabanlığa topuk kirişinin gerginliği neden oluyorsa başlangıçta pasif germe egzesizleri verilir ve açıcı alçılar denenir. Bu tedaviye yanıt vermeyen olgularda cerrahi olarak topuk kirişi uzatılır.Eğer düztabanlığa neden olan doğumsal kemik anomalileriyse, başlangıçta ayak kavsini destekleyen özel yapım ayakkabılar verilir. Bu ayakkabılar yüklenmeleri hafifletir, ağrıyı azaltır ve ayaktaki şekil bozukluğunun ilerlemesini frenler. Bu çocukların ebeveynlerine, uzun süreli ayakkabı tedavisine karşın, ayakkabı çıkartıldığında ayağın yine de düztaban görünümünde olacağı iyice anlatılmalı ve düzelme yönündeki beklentileri ayak ağrısını önleme yönünde realize edilmelidir. Ayakkabılarla ağrının önlenemediği durumlarda cerrahi yöntemlere başvurulur.
Sağlık Köşesi
Topuk Dikeni Rahatsızlığı
Topuk Dikeni Rahatsızlığı Nedir?Topuk Dikeni rahatsızlığı, isminden dolayı  daha çok bir kemik problemi olarak düşünülmektedir. Aslında topuk ağrısı rastlanan en sık ayak rahatsızlıklardan biridir. Eski ortopedistlerin bu problemi  olan hastalarda  röntgenlerde topuk kemiğinde bir çıkıntı oluştuğunu görüp bu hastalığa topuk dikeni adını vermişlerdir. Ancak bugün biliyoruz ki bu topukta görünen bu çıkıntı sadece topuk dikeni hastalığın bir sonucu olup ağrının oluşmasında bir önemi yoktur. Yine bugün biliyoruz ki bu topuk dikeninin oluşma nedenin tamamı ile ayağın altında ki bir kasın çalışması ile ilgili problemlerden dolayı gelişmektedir.Topuk Dikeni Nasıl Oluşur?Ayak tabanında mevcut olan plantar fasia adı verilen bir kas yürüme esnasında ciddi bir yaylanma göstermek zorundadır. Bu kasın yaylanması sayesinde yükün yere verilmesi sağlanır. Topuk ağrısı probleminde ayak tabanında bulunan kasın yeteri kadar esneklik göstermediği için ağrı oluşur. Bu kas çeşitli sebeplerden dolayı kısalması ile topuğun yapıştığı yeri çekmeye başlar . Bu bölgede bir kanama oluşmasına ve ağrıya yol açar.  Zamanla yapıştığı yerde kalınlaşma oluşur. Buda röntgenlerde görülen diken olarak adlandırılan görüntüye yol açar.Topuk ağrısı düz tabanlarda, yüksek kavisli ayaklarda, kilo problemi olanlarda, topuklu ayakkabı yada babet tarzı düz ayakkabı kullananlarda, diabetiklerde, çeşitli romatizmal hastalıklarda, bir grup ilaçın yan etkisi olarak kasın kısalması ile ortaya çıkabilmektedir.Topuk Dikeni BelirtileriHastalarda çok tipik olarak sabah yataktan kalkma sonrası ilk birkaç adımda topuk ağrısı ile karşılaşıyor ve bu ağrı kendiliğinden yürüme ile geçiyorsa tanı tipik olarak  Topuk Dikeni (Plantar Fasiitistir). Gün içinde bir yerde uzun süre oturup ilk kalkmada oluşan ağrı, ve gün sonu ağrıları çok tipik ve tanı koydurucudur.  Hastalar çok uzun süre yürüdüklerinde veya ayakta kaldıklarında topuk ağrısı gelişimi görülmesi tipiktir.Hastalığının tanısında ağrının şekli tanı koydurucudur. Ancak hastanın fiziki muayene sonrasında ayırıcı tanı için kişinin basarak ayak röntgenleri ve ek olarak gerekirse MR’ı veya kan tetkikleri istenebilir.Topuk Dikeni Tedavisi Topuk Dikeni hastalarında, tedavide ilk planda tutulacak olan işlem, ayak tabanında çalışma yapısı bozulmuş olan kasa yönelik olarak aşil germe egzersizlerine başlanmasıdır. Buradaki amaç plantar fasianın uzatılmasıdır. Takibinde, Topuk Dikeni hastalarının çok büyük bölümünde eşlik eden bir basma kusuru olduğu için yürüme analizleri yapılarak varsa mevcut olan yürüme bozukluğu ortaya konulur ve bu probleme yönelik olarak yapılan kişiye özel tabanlıklar ile hastanın yürümesi ile ilgili tüm sorunlar giderilmiş olur. Ayrıca Topuk Dikeni hastalarında ayak yapısına uygun olarak hangi ayakkabıları kullanmaları gerektiğine dair bilgi verilerek, hastanın tedavi süresince tabanlıklar ile birlikte ideal ayakkabıyı kullanmaları sağlanır. Bunlara ilaveten en önemli iyileşmeyi sağlayacak tedavi olan ESWT ( Extra corporal şok dalga tedavisi ) uygulanır.Bu tedaviden fayda görmeyen topuk dikeni hastalarında ikinci aşamada kas egzersizlerine ve gece ateli olarak adlandırılan ayağın gece belli bir pozisyonda durmasını sağlayan bir cihaz kullanılmaya başlanır. Hastaların yarısında bu tedavi başarı sağlar.Üçüncü aşamada hastalarda yapılan enjeksiyonlar devreye girer. Hastalarda doktorun tercihine göre proloterapi yada prp enjeksionları denenebilir. Ancak burada çok önemli nokta hangi ek tedavi tercih edilirse edilsin,  hastaların egzersiz yapmaya ve tabanlık kullanımına devam etmeleri gerektiğidir.Topuk Dikeni AmeliyatıYapılan kişiye özel tabanlıklar, ESWT, gece ateli, proloterapi yada prp enjeksiyonları gibi tedavilere yanıt alınamadığında, hastalarda kasın kısalması ile beraber çok yakınından geçmekte olan sinirin de sıkıştığı düşünülerek çok nadir de olsa cerrahi tedavi planlanır.
Sağlık Köşesi
Okul Çantaları Omurga Eğriliğini Tetikliyor
Öğrenciler okula giderken kilolarca kitap ve defteri de sırt çantalarında taşımak zorunda kalıyor. Okul çantalarının ağırlığı ve yanlış taşıma yöntemleri sırtta 'skolyoz' adı verilen eğriliklere neden oluyor.Skolyoz nedir?Skolyoz diye adlandırılan durum, omurganın arkadan bakıldığında C ya da S şeklini almasıdır. Boy kısalığına, estetik görünüm bozukluğuna, akciğer kapasitesinin daralmasına ve psikolojik bozukluklara ileri yaşamda kireçlenme de eklenince bel ve sırt ağrılarına neden olmaktadır. Sırt ağrılarını sadece okul çantalarının yanda taşınmasına yormak doğru değil; oturma alışkanlıkları, çocuğumuzun çalıştığı ev ve okuldaki masaların ve sandalyelerin yüksekliği de omurga sağlığı açısından önemli öğelerdir.Okul çantasının ağırlığı ne olmalıdır?Okul çantası sırtta ve omuzlarda ağrıya neden olmayacak ağırlıkta olmalı. 12 yaşından küçük olan çocukların 4; 12-15 yaş arası çocukların da 5 kilograma kadar olan çantaları taşıyabileceğini söyleyebiliriz. Ancak, çantanın uzun süre taşınmamasına dikkat edilmelidir. Bu açıdan bakıldığında okul servisleri koruyucu bir rol üstlenmiş durumdadır.Öğrencilerin okul sıralarında oturuş şekilleri nasıl olmalıdır?Öğrenciler genelde masa üzerine dayanarak ders dinlemeyi alışkanlık haline getirir. Ancak çocukların en azından ders dinlerken arkalarına yaslanmaları ve dik oturmaları sağlanmalıdır. Teneffüslerde ise öğrenciler sıralarında oturmak yerine kalkıp dolaşmalıdır. Ara sıra yapılacak basit sırt egzersizleri de bir sonraki dersin daha rahat geçmesine yardımcı olacaktır.Okul döneminde başka ne tür ortopedik sorunlar görülebilir?Okulda geçen süreye, okul ile ev arasında geçen süre ile etüd saatleri ve kurslar da katıldığında, çocukların zamanlarının büyük bölümünün ayakkabıyla geçtiği anlaşılmaktadır. Bu da okuldan dönen çocukların sadece sırt ağrısından değil, ayak ağrısından da yakınmalarına neden olur. Çocukluk çağında ayaklarda ağrılara neden olan bir dizi hastalık vardır. Burkulmalar ve travmalar dışında bu hastalıklar arasında en yaygın bilineni düztabanlıktır. Düztabanlık, ayağa iç yandan bakıldığında, mevcut ayak kavsinin kaybolup ayağın iç kenarının bütünüyle yere temas etmesi durumudur. Çocuklarda en sık esnek düztabanlık görülmektedir. Yani, ayak kavisini oluşturan bir takım kemiğin arasındaki bağların yapısal gevşekliği söz konusudur. Esnek düztabanların çok büyük bir kısmında, şekil olarak normal kabul edilen ayaklardan farklı bir biçimde görülse de, ilerde herhangi bir işlevsel kusurla karşılaşılmamaktadır.Düztabanlık tedavisi nasıl yapılır?Yumuşak malzemeden yapılmış, hafif ve esnek ayakkabıların ayak sağlığı üzerindeki katkıları inkar edilemez. Esnek düztabanlardaki tedavi seçenekleri, tabanlık kullanımından cerrahi girişime kadar çeşitlilik gösterir. Bu nedenle içe basma saptanan çocukların, okula başlamadan önce bir çocuk ortopedistine gösterilmesi yanlış tedavileri önleyecektir. Ayrıca ayak kemiklerinin doğuştan bazı anormalliklerinde de düztabanlık oluşur. Bu tip durumlar çoğunlukla ağrıya neden olur ve ciddi bir tedavi gerektirir.Doğru teşhis nasıl konulur?Okul çağı çocuklarında ayak ağrılarının nedenini okula başlarken yeni alınan ayakkabılara yormak yanlıştır. Çünkü çocukluk çağında ayakta ağrıya neden olabilecek ve çocuğun okulla olan dengesini etkileyecek bir dizi doğuştan veya sonradan olma bozukluk bulunmaktadır. Ağrılı bir ayakta, uzman hekimin çektireceği basit bir röntgen sonucu konacak tanı ve buna göre yönlenecek tedavi ile çocukların sıkıntısı önlenecektir.Beden eğitimi dersleri çocuklar için risk taşır mı?Beden eğitimi derslerinde ortaya çıkan ve masum tabiatlı hastalıkların başında, osgood-schlatter gelmektedir. Çocuklarda dizkapağını kaval kemiğindeki büyüme plağına bağlayan kuvvetli bağın çekmesiyle, zamanla dizin hemen altında ortaya çıkan şişlik ve ağrı ile karakterize bir durumdur. İlkokul sonlarındaki erkek çocuklarda daha yaygındır. Birkaç yıl sürer ve genellikle kendiliğinden geçer. Bu çocukların çoğunda, hastalığın derecesine bakmaksızın, beden eğitimi dersi tamamen yasaklanır. Ne var ki, osgood-schlatter’li hastaların çoğunda bu önlemin bir yararı yoktur; aksine çocuk üzerinde olumsuz psikolojik baskısı olur. Bu hastaların çoğu, çocuk ortopedistleri tarafından basit önlemlerle, fiziki aktiviteleri tam kısılmadan tedavi edilebilir. Osgood-schlatter hastalığı olan çocuklar sıra kenarında yer seçmeli ve otururken dizlerini açarak, kıvırmadan oturmalıdırlar. İki sıra arası, dizleri kıvırmaya zorlayacak kadar dar olmamalıdır.
Sağlık Köşesi
Romatizma En Çok Kadınları ve Stresi Seviyor
Kronik bir eklem hastalığı olan romatoid artrit, düzenli tedavi edilmediği taktirde yaşamı adeta esir alıyor. 35-50 yaş arası kadınlarda erkeklere oranla daha çok görülen romatoid artriti stres, fazla kilo, sigara ve kafein de tetikliyor. Uzun süre ilaç kullanılmasını gerektiren hastalık, tedavi edilmediği taktirde, eklemlerde kalıcı sakatlıklar bırakıyor. “Gelecekte sakat mı kalacağım” korkusu yaşayan romatoid artrit hastalarının hastalığıyla nasıl başa çıkacağını öğrenmek için de bazen psikolojik destek almaları gerekiyor. Eklemlerde ilerleyici yıkımlara ve sakatlığa neden olan 'Romatoid Artrit', hastalığını ve hastalığın seyrinde neler olabileceğini ve tedavisini İbniSina Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Dr.ilhan DEMİRYILMAZ anlattı.Romatoid artrit nedir ve nasıl bir hastalıktır?Vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda ağrı ve hareket kısıtlılığına, bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara, genel olarak romatizma adı verilmektedir. Romatoid artrit, en sık görülen iltihabi eklem hastalığıdır. Tedavi edilmediği taktirde giderek ilerleyen hastalık, eklemlerin yanında iç organları da etkileyebilir. Uzun sürelidir (kronik), ancak zaman zaman alevlenip arada uzun süreli sessiz dönemler de görülebilir. Hastalık kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterebilmektedir.Hastalığın belirtileri nelerdir? Hangi şikayetler ortaya çıktığında mutlaka doktora gidilmeli?Eklemlerde ağrı, şişlik, ısı artışı, kızarıklık ve hareket güçlüğü gibi şikayetler ile başlar. Hastalığın aktif dönemlerinde halsizlik, hafif ateş gibi genel belirtiler olabilir. Gece ya da sabahları eklemlerde ağrı ve tutukluk olup hareket etmede zorluk vardır, sonra hareket ettikçe yavaş yavaş açılma olur. Ancak ağrılar ve tutukluk hastalığın şiddetine göre gün boyu devam edebilir. Sabahları olan bu hareket güçlüğüne sabah tutukluğu denilmektedir. Sabah tutukluğunun süresi ne kadar uzunsa hastalık o kadar aktif demektir. Genellikle el parmakları ve el bilekleri en sık etkilenen eklemlerdir. Romatoid artritde dirsek, omuz, boyun, çene, kalça, diz, ayak bileği ve ayak parmak eklemleri de tutulabilir.Görülme sıklığı nedir? Hangi yaş grubunda daha sık görülür?Toplumda görülme sıklığı yaklaşık yüzde 0,5-1 kadardır. Ancak toplumdan topluma farklılıklar olabilmektedir. Genellikle genç-orta yaşlı erişkinlerin hastalığıdır ancak daha erken ve geç yaşlarda da ortaya çıkabilir. Kadınlarda erkeklere göre 3 kat daha fazla görülür.Hastalığın nedeni nedir? Ortaya çıkmasında hangi faktörler etkilidir?Nedeni tam olarak bilinmeyen bu hastalıkta genetik olarak yatkın kişilerde geçirilen bir enfeksiyonun (mikrobik hastalığın) bağışıklık sisteminde bozulmaya yol açarak Romatoid artrite neden olduğu düşünülmektedir. Eklemlerde iltihap hücreleri toplanır ve bu hücrelerden dokulara zarar verecek maddeler (enzim, antikor, sitokin) salgılanır.Genetik bir hastalık mıdır?Romatoid artrit doğrudan anne-babadan çocuğa geçen genetik bir hastalık değildir. Ancak ailede olması bir miktar yatkınlık oluşturabilir. Romatoid artritli birçok hastada HLA-DR4 adı verilen bir genetik belirleyicinin bulunduğu gösterilmiştir.Enfeksiyonların (mikrobik hastalıkların) rolü var mı?Birçok araştırmacı ve hekim hastalığın başlangıcında enfeksiyonun rolü olabileceğini düşünmektedir, ancak bu durum kanıtlanmış değildir. Romatoid artrit bulaşıcı bir hastalık değildir.Hangi organları etkiliyor?Hastalık genellikle eklemler ve çevresindeki dokuları etkilemektedir. Tedavi edilmediği taktirde eklemlerde harabiyet yaparak şekil bozukluğu ve kalıcı sakatlıklara yol açabilir. Eklemlerin dışında kalp, akciğer gibi iç organlar da tutulabilir.Nasıl teşhis ediliyor?Romatoid artrit tanısı için, şikayetlerin ayrıntılı bir şekilde sorgulanması ve eklemleri de içine alan tam bir fizik muayene yapılması gereklidir. Belirli laboratuvar testleri ve röntgen incelemeleri istenebilir. "Romatoid faktör" ve “Anti CCP” adı verilen testlerin pozitifliği tanıyı destekler. Yüksek eritrosit sedimantasyon hızı ve yüksek CRP, hafif kansızlık diğer laboratuvar bulguları arasındadır. Kesin tanı, hastanın hekim tarafından bir bütün olarak değerlendirilmesi ile konur.Nasıl tedavi ediliyor?Romatoid artrit tedavisi esas olarak ilaçlarla yapılmaktadır. Bu amaçla kullanılan ilaçlar 2 gruba ayrılır.1. Şikayetleri gidermeye yönelik: Bu gruptaki ilaçlar çabuk etki eder, ilacı alır almaz etkisi başlar ilaç kesildiğinde etkisi biter. Aspirin, steroid olmayan anti-romatizmal ilaçlar, ağrı kesiciler, gerektiğinde kortizon2. Hastalığın seyrini etkileyen ilaçlar: Bu gruptaki ilaçların etkisinin oluşması için belirli bir süre geçmesi gerekir. Ancak bu ilaçlar hastalığın eklem harabiyeti yapıcı etkisini önlemeye yönelik ilaçlardır ve ilacın kesilmesi durumunda da etkileri bir süre daha devam edebilir Tedavi hastaya özel planlanır; bunda da hastalığın şiddeti, eşlik eden sağlık problemleri ve bireysel özellikler ve gereksinimler ön planda tutulur. Özellikle akut alevli dönemlerde ilgili eklemlerin istirahati önerilir. Akut dönem dışında, hastanın kendini iyi hissettiği zamanlarda dengeli olarak verilmiş egzersizler hastaya yarar sağlar. Tedavi edilmediğinde nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?Hastalığın seyri kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir. Zaman zaman artan hafif şikayetler olabileceği gibi sürekli ve ağır seyredip tedavi edilmediği taktirde eklemlerde harabiyet yaparak kalıcı sakatlıklara ve iç organ tutulumlarına yol açabilir.Hastalıktan korunmak mümkün mü?Romatoid artritin nedeni tam olarak bilinmediğinden dolayı korunma tam olarak mümkün değildir. Ancak hastalığın tanısının erken dönemde konulabilmesi çok önemlidir. Çünkü, eklem harabiyeti oluşumu erken dönemde başlamaktadır. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa, kalıcı eklem hasarı oluşumunun engellenmesi o kadar başarılı olur.Şikayetler etkilenen eklemlere göre değişkenlik gösterir.*El ve el bilek eklemleri etkilendiğinde; sabahları ellerde ağrı, şişlik, uyuşma, parmakları açıp kapatmada, bir çaydanlık tutmada ya da bir kavanoz kapağı açmada zorluk*Omuz eklemleri etkilendiğinde; giyinip soyunma sırasında ve gece omuz üzerine yatıldığında ağrı*Diz eklemleri etkilendiğinde; sabahları dizlerde ağrı, şişlik, yürümede zorluk olur, hareket ettikçe yavaş yavaş açılma*Ayak bilek ve parmakları etkilendiğinde; sabahları ayak tabanında, parmaklarda ve ayak bileğinde ağrı olup ayakların üzerine basmada ve yürümede güçlük yürüdükçe yavaş yavaş açılma gibi şikayetler olabilir. Bu tarz şikayetleri olan hastalar bir Romatoloji uzmanına başvurmalıdır.
Sağlık Köşesi
Zehirli Bağımlılık Sigaranın 4 Bin Yıllık Serüveni
İçinde nikotin haricinde 6 binden fazla vücuda zararlı madde bulunan, 24’ten fazla hastalığa neden olan sigara, tam 4 bin yıldır insanlığın başına musallat! Bir Maya yerlisi tarafından tesadüfen keşfedilen, bir dönem zenginliğin göstergesi olan, sonrasında seri üretimle ‘halka inen’ sigara, üretim kaybının, önüne geçilebilir hastalıkların, maluliyetin ve erken ölümlerin ana nedeni.Kızılderililerde ‘barış çubuğu’ olarak karşımıza çıkan, Red Kit’in ağzından düşmeyen, İkinci Dünya Savaşı sırasında kampanyalar düzenlenerek kolilerle efkar dağıtmaları için askerlere gönderilen sigarayı bir an önce bırakmanızda fayda var! ‘Söylemesi kolay’ diyenlerdenseniz, size de ‘hiç değilse azaltın’ denilebilir. Zira, az sigara içenlerde kanser riski, 10-15 yıl içinde sigara içmeyenlerle aynı oluyor.Günümüzden 4 bin yıl kadar önce, köyünün çevresini dolaşmaya çıkmış bir Maya yerlisi, büyük sarı yapraklardan oluşan hoş kokulu bir bitki keşfeder. Bu koca yaprakların ne işe yarayacağını tam kestiremez ama ‘bizim hanım bir işte kullanır’ diyerek evine getirir. Ne yazık ki hanım, yapraklara pek yüz vermez ve o sırada yanmakta olan ateşe atıverir. Ondan sonra ev ahalisi hayli neşeli olur ve rahatlar. Böylece Orta Amerika’da tütün kullanımı keşfedilmiş olur.Bir Maya yerlisi tarafından tesadüfen keşfedilen sigaranın 4 bin yıl öncesinden günümüze gelen serüvenini ve insanlık tarihine verdiği zararları anlattı:İnsanlık tarihinin en gelişmiş ve en gizemli uygarlığı Mayalar, 4 bin yıl önce keşfettikleri nikotini keyif amaçlı kullanan ilk insanlar. Ancak Mayalar, Orta Amerika’da çok ileri bir uygarlık kurmalarına rağmen, maalesef çeşitli hastalıklar nedeniyle yok oldular ve soylarını devam ettiremediler.Barış Çubuğundaki ZehirTütün, Orta Amerika’dan sonra Kuzey Amerika’da Kızılderililer tarafından kullanılmaya başlandı, kovboy filmlerinden tanıdığımız meşhur barış çubuğu!.. Ancak barış niyetine soluk benizlilerle tüttürülen nikotin, maalesef hiç bir işe yaramadı ve Kızılderililer soykırımın kurbanı oldular. Bugün Amerika ve Kanada’da kalan pek az Kızılderili, ne yazık ki fakirlik içinde soyunu sürdürmeye çalışıyor…Ünlü kaşif Christopher Colombus, 1492 yılında Hindistan’a geldiğini sanarak Amerika’yı keşfettiğinde, adamlarıyla birlikte Kızılderililere, Gonore (bel soğukluğu) ve Sifiliz (frengi) hastalıklarını bulaştırdı. Karşılığında da tütünü aldı ve her iki grup da birbirine sağlığa zararlı bir şeyler iletmiş oldu!Purodan Pipoya, Enfiyeden Sakıza...Böylece birçok zararlı şey gibi Amerika’dan Avrupa ve diğer bölgelere yayılan tütün, ekilmeye ve üretilmeye başlandı. Başlangıçta tütün, burna çekilerek (enfiye), yakılarak (ilkel pipolar) ve tütün yapraklarından yapılan sakızlarla (Red Kit’i hatırlayalım) tüketildi. Avrupalılar ise puro, pipo, enfiye ve sakız halinde tükettiler tütünü.Osmanlı'ya Tütün Denizden GeldiOsmanlılar ise tütünün ne kadar keyif verici bir şey olduğunu 17. yüzyılda Venedik ve Cenovalı denizcilerden öğrendiler. Tütün kullanımını kıvrak zekalarıyla çabucacık aştılar ve ince bir kağıt arasına kıyılmış tütün koyarak keyifle tüttürmeye başladılar. Böylece bugün tüketilen sigaraya dönüşecek adımları da atmış oldular.İlk Sigara Fabrikası İngilizlerdenBirçok keşifte olduğu gibi, bu kolay kullanım biçimini fark edip, bir adım ileriye götürenler yine Avrupalılar oldu. 1853 yılında başlayan Kırım savaşları sırasında, İngiliz ve Fransız subayları, Osmanlıların kıyılmış tütünü kağıda sararak içtiğini gördüler ve sonraki yıllarda İngilizler, ilk sigara fabrikasını kurarak, tütünü sigara biçiminde seri olarak imal etmeye başladılar.Savaş Herkesi Tiryaki EttiSigara başlangıçta bir prestij göstergesi olarak tüketiliyordu. İlk dönemlerde az miktarda bulunabildiğinden pahalıydı ve elde tutması, çakmakla yakması, kısaca karizması sayesinde toplumda bir zenginlik ve ayrıcalık göstergesi haline gelmişti. Ancak 1880’lerden sonra fabrikaların yaptığı seri üretimle birlikte sigaranın tüketimi arttı. Birinci Dünya Savaşı’nda cephedeki askerlere tütün yollama kampanyaları düzenlendi. 1920’li yıllarda tüm dünyada sigara kullanımı doruğa ulaştı.Zararları Geç KeşfedildiUzun yıllar insanlar tütünü keyif verici olarak kullandılar. Tabii bu arada başka maddeler de keşfedildi ve kullanıldı, haşhaş (afyon), koka, hint keneviri (kokain), marihuana, esrar, alkol bunlardan sadece bir kaçı. Ancak bunların zararları hemen fark edildi ve gerekli yasaklar getirildi. Toplumsal izolasyon ve kanuni yasaklama sayesinde, keyif verirken bağımlılık yaratan maddelerin kullanımı kısıtlanmış oldu.Sigara ise zararlı etkileri ancak uzun dönemde ortaya çıktığından sanki zararsızmış gibi görüldü ve ne toplumsal izolasyon ne de kanuni yasak gibi önlemlerle kullanımı engellendi. Bu arada sigara endüstrisinin büyüklüğü ve ne kadar çok kişinin geçimini sağladığı da bunda çok etkili oldu.ABD'nin Yıllık Kaybı 55 Milyar DolarSigaranın yarattığı bağımlılığın şiddeti hep küçümsendi. Oysa sigara, üretim kaybının, önüne geçilebilir hastalıkların, maluliyetin ve erken ölümlerin ana nedeni oldu. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde sigaranın neden olduğu verimlilik kaybı yıllık 55 milyar dolardan fazladır.Rakamlar Çok Şey Anlatıyor...Sigaranın içinde nikotin haricinde vücudumuza zarar veren 6 binden fazla madde mevcuttur. Sigara kağıdının ve kağıdın sarıldığı tutkalın yanmasından kaynaklanan zehirli gazları da unutmamak gerekir! Yapılan bir araştırma, sigaranın 24’ten fazla hastalığa neden olduğu gösterilmiştir. Günde 1 paket sigara tüketen bir kişi, 1 yılda sigarayı 70 bin kez içine çeker ve üfler. Bu sırada bazı maddeler direkt olarak toksik etki yaparken, bazıları kana karışır ve tüm vücudun zarar görmesine neden olur. Sigara dumanının her milimetreküpünde nefes ile çekilebilir boyutlarda 3 milyar partikül bulunur. Oluşan gazlar, sigara dumanının tüm ağırlığının % 92-95’ini oluşturur.Sigara içinde yer alan bu binlerce toksik madde, sadece halk arasında bilindiği gibi öksürükle kendini belli eden solunum sistemi hastalıklarına değil, cinsel fonksiyon bozukluğu, mesane, kolon ve diğer kanser türleri, mide ve bağırsak hastalıkları, kalp damar ve beyin damar hastalıkları gibi çeşitli hastalıklardan sorumludur. Bunların hepsi de önlenebilir hastalıklardır. Sigara, kanser ölümlerinin en büyük ve önlenebilir nedenidir. Tüm kanser ölümlerinin % 30’undan, akciğer kanserinden ölümlerin % 85’inden sorumlu tutulmaktadır. Örneğin, sigara tüketiminin dramatik bir artış yaptığı 1960’lardan sonra akciğer kanseri ölüm hızı da artış göstermiştir.Dünya Bırakıyor Biz Tüttürüyoruz!Dünyada sigara kullanımı antisigara kampanyaları sayesinde giderek azalmaktadır. Maalesef ülkemizde erkek nüfusta sigara kullanımı dünya ortalamasının üstündedir ve bu oran kadınlarda da giderek artmaktadır. Batılı ülkelerde sigara kullanımı eğitim ve sosyokültürel düzey yükseldikçe azalmaktayken, ülkemizde bu durum tam tersidir.Bırakamıyorsanız Bari AzaltınSigarayı aktif kullananların yanı sıra pasif olarak maruz kalan kişilerin düzenli sağlık kontrollerinden geçmesi gereklidir. Mutlaka bir akciğer filmi, bir takım kan tahlilleri, gerekirse AC tomografi çektirmeleri, hekim gerekli görürse solunum fonksiyon testleri ile değerlendirilerek, olası riskleri öğrenip alınacak önlemleri almalıyız. Elbette bu kadar zararlı bir madde olan sigaranın bırakılması gerektiğini söyleyerek konuyu tamamlamalıyız. Ancak sigarayı bırakmak son derece zor, irade gerektiren ve ne yazık ki tekrar başlama ile sonuçlanan bir macera olur çoğu zaman. Profesyonel yardım alarak sigarayı bırakmak işleri kolaylaştırır. Birtakım ilaçlar, nikotinli sakızlar vb. metotlarla bilinçli bir şekilde, çıkılan yolun zorluklarını bilip, destek alarak bırakmak, daha büyük bir başarı ile sonuçlanacaktır. Ama bırakamayanlar için söylenecek söz ise ‘bari azaltın’ olabilir. Unutmayın ki, sigaranın bırakılmasıyla kanser riski zaman geçtikçe azalır. Az sigara içenlerde bu risk, 10-15 yıl sonra sigara içmeyen gruba ulaşır
Sağlık Köşesi
Bahar Yorgunluğunun Nedeni Negatif İyonlar
İbniSina Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Uzm. Dr. Hasan TEKŞAHİN, bahar aylarında çok yaygın olan, yorgunluk, bitkinlik şikayetlerinin bahar yorgunluğu olabileceğine dikkat çekerek “Bu dönemde bazı kişilerde iyon dengesi bozulur ve negatif iyonlar çoğalarak yorgunluk oluşur. Bu durum iyon dengesi sağlanıncaya kadar devam eder” diyor. Kış aylarının bitip baharın hissedilmeye başlandığı bu günlerde iç hastalıkları kliniklerine yorgunluk, bitkinlik gibi yakınmalarla müracaatlar epeyce artar. Bahar kelimesi hepimizde canlılığı, zindeliği, tazeliği, dinamizmi çağrıştırırken insan bedeninde oluşan bu geçici bozukluk tezat gibi görünse aslında geçici ve beklenen bir durum olarak kabul ediliyor.Dr.TEKŞAHİN, bahar yorgunluğunun birkaç hafta sürdüğünü belirterek “Bahar yorgunluğu, birkaç haftadan daha uzun olmayan ve hiçbir iz bırakmadan geçen geçici bir durumdur ve yorgunluk, halsizlik, isteksizlik, konsantre olamama durumu, eklem kas ağrıları, göğüste sıkışma, uyuklama, sürekli esneme vs. gibi yakınmalarla seyreder” diyor.Dr. TEKŞAHİN, bahar yorgunluğu ile ilgili şu bilgileri veriyor:“Bu bir hastalık değil geçici bir fonksiyonel bozukluktur. Bahar yorgunluğunun sebebi bahar başlangıcında atmosferin elektrostatik ve manyetik yükünün artmasıdır. Atmosferde elektrik yükü artar.Bu elektrik iyonlarla taşınır.Vücudumuzda oldukça yoğun bir iyon yükü vardır.Pozitif iyonlar canlılığı,zindeliği sağlarken negatif iyon yükü yorgunluğu, bitkinliği oluştururlar.İşte iyon dengesinin o dönemde negatif iyonlar lehine bozulduğu kişilerde bozulmanın derecesine göre hafiften ağıra doğru seyreden yorgunluk gelişir. Bu durum iyon dengesi sağlanıncaya kadar devam eder. Yakınmaları ağır seyreden kişilerin Doktora müracaatı gerekir. Ayrıca birkaç haftadan uzun süren, ilave yakınmalarında görülmeye başlandığı kişiler yorgunluğa sebep olan başka hastalıkların da araştırılması gereği mutlaka doktora görünmelidir. Bahar yorgunluğundan korunmak ve kurtulmak için kişiler genel sağlık önlemlerine başvurmalıdırlar. Bunlar; dengeli ve yeterli beslenme, düzenli bedensel aktivitedir. Beslenmesi yetersiz olanlar bu dönemde doktor tavsiyesi ile vitamin desteği alabilirler.”
Sağlık Köşesi
50 Yaşından Sonra da Egzersiz Yapabilirsiniz
Toplumun birçok kesimi 50 yaş ve üzerindeki insanların egzersiz için yaşlı olduğunu düşünür; sporun sadece çocukluk ve gençlik döneminde yapıldığına dair önyargılar bulunmaktadır. Oysaki hayat boyu hareketli kalarak, yaşama daha olumlu bakmak ve sporla gençlik kazanmak mümkündür. Peki yaşlılık döneminde egzersiz yaparken nelere dikkat etmek gerekir?50 Yaş Üstü Egzersizlerde Püf NoktalarıVücudunuzun, arabanız ya da diğer kullandığınız elektronik aletler gibi bakıma ihtiyacı olduğunu düşünenlerdenseniz mutlaka her yıl genel kontrolden geçmeniz gerekmektedir. Her şey mükemmel, yemek yeme alışkanlığınız doğru, kan basıncınız normal, kilonuz istediğiniz gibi ve kolesterolünüz olması gereken seviyede. Ancak bir eksik söz konusu; EGZERSİZ... Egzersiz yoluyla sağlığınızla ilgili birçok avantaj elde edebilirsiniz. Şeker hastalığı, kalp-damar hastalıkları, kemik erimesi ve kanser gibi birçok hastalık riskini azaltabilirsiniz. Aynı zamanda kilo verip kilonuzu sabit tutabilirsiniz. Gelelim neler yapabileceğinize... Çocuklarınızla top oynayın, evinizdekiler veya malzeme odasını düzeltip temizleyin, varsa köpeğinizle yürüyüşe çıkın, öğle-akşam yemek aralarında yürüyün, hiçbir şey yapamıyorsanız alışveriş merkezlerinde yürüyün, hafta sonu sporunuzu nemli ve sıcak ya da soğuk havalara karşın mutlaka devam ettirin. Ancak spor ya sabah erken, ya da akşam geç saatlerde yapılmalıdır. Spor, doğru zamanda ve gerekli şekilde yapılırsa hafta başı işe adale ağrısı ya da kramp olmadan başlayabilirsiniz.Spor Yaparken Dikkat Edilmesi Gerekenler:Unutulmaması gereken en önemli nokta tok karnına sporun yapılmayacağıdır. Hele aşırı sıcak ve nemli havalarda, tok karnına yapılacak spor daima hayatı riske atar.Spor yaparken kıyafet açık renkte ve terlemeye izin verecek şekilde olmalıdır. Bir diğer önemli nokta güneşli havalarda mutlaka şapka giyilmeli ve güneş gözlüğü takılmalıdır. Soğuk havalarda da üşümeyi önleyecek ve terletmeyecek giysiler tercih edilmelidir .Egzersize bağlı kramplar adaleler içinde biriken laktik asitten dolayıdır ve bu kısmen önlenebilir. Günlük 1000 mg antioksidan vitamin C alınması buna kısmen yardımcıdır.Düşük dozlarda potasyum (adaleyi kastıran mineral) alınması sonrası adale krampları, kasılması azalabilir. Bu noktada unutulmaması gereken noktalardan biri de, spor öncesi ve sonrası yenilecek muzun size faydasının olacağıdır. Potasyum ile birlikte alınacak kalsiyum ve magnezyum en üst seviyede adale kuvveti için gereklidir.Uzun yürüyüşlerde kompartman sendromunun, spora engel olmasına izin vermemelisiniz. Burada aşırı yüklenme sonrası, bacağın ön yüzünde adalelerin gerilmesinin ardından damar, sinirlere ve adale kılıfına baskı olur. Ayakta uyuşma, ağrı ve ileriki dönemde fonksiyon kayıpları olabilir. Başlangıçta hemen sporu bırakmalı, tekrarlarında ise mutlaka bir doktora görünmelisiniz.Ayak ağrıları ya da giyilen ayakkabıdan dolayı ayakta görülen vurmalar ve ağrıları, iyi destekli ayakkabı giymekle en aza indirilebilirsiniz.Enerji ihtiyacınız için esansiyel yağ asitleri içeren somon, fındık ve bol tahıllı gıdalardan almalısınız. Spor yapmadan önceki gün mutlaka yiyiniz.Ayakta su toplaması varsa bunlar temizlenip temiz bir örtü ya da bantla kapatılmalıdır. Topukta vurmayı önlemek için aldığınız ayakkabının topuk kısmının sıkmamasına dikkat ediniz ve her ayakkabı içine mutlaka topuk rampası koyunuz.Sıcak ve nemli havalarda sık sık bol su ya da sportif içecek içmelisiniz. Susuzluk sonrası kan basıncı düşer, kalp atım hızı artar. Uzun süreli sporlarda suyun yanında şeker ve mineralleri de almayı ihmal etmeyiniz.Yaşlılık ile gücünüzde, kalp ve damar kapasitesinde, metabolizma hızında, esneklikte azalma olur. Kadınlarda fazla olmak üzere osteoporoz riski artar. Hareketlilik azalır, yürüme hızı ve adımlarımız azalır. Dokunma, ağrıya duyarlılık bozulur, eklemlere daha fazla basınç biner.Düzenli yapılacak egzersizlerle yarı yarıya bu fonksiyonel düşüşü yavaşlatabiliriz. Fiziksel hareketliliğin hem fiziksel ve hem de psikolojik birçok faydası mevcuttur.Devamlı ve düzgün yapılan egzersizler ile;Yaşlanma yavaşlar ve kendimizi daha iyi hissederiz. Enerji seviyemiz artar. Kalbimizin ve akciğerlerimizin etkinliği artar ve koroner arter hastalıkları riski azalır. Adale tonu ve kuvveti artar. Eklem, tendon ve bağların sertlikleri önlenir. Osteoporoz’a karşı kemikler kuvvetlenir. Total kolesterol miktarı düşer, diyabet riski azalır. Denge ve kabiliyet artar. Büyük ve küçük tansiyonlar azalır. Bunlarla birlikte kendinize güven ve görünümünüz değişir. Stres azalır ve kendinizi daha iyi hissedersiniz.Asla bir egzersiz programına başlamak için çok geç değildir. Herhangi bir programa başlamadan önce tıbbi bir check-up’dan geçmelisiniz. Böylece egzersize mani bir durumunuz ya da sakatlanma riskinizin olup olmadığını öğrenebilirsiniz.3 ana dal egzersiz programında önemlidir:Esneklik, adelelerin kısa ve gergin olmasını önler ki bunlar sakatlığa neden olur. İyi bir esneklik ile her türlü hareketi rahatlıkla yapabilirsiniz.Egzersize başlamadan önce mutlaka ısınmalı ve germe hareketlerini yapmalısınız. Basit hareketlilik egzersizleri ile ısınmaya başlanır, bu eklemlerin yağlanmasına yardımcı olur. Isınma sırasında eğer herhangi bir ağrı hissedilirse asla zorlamamalıdır.İkinci olarak aerobik çalışmaya geçilir. Aerobik çalışma programı kalbiniz için en iyisidir. Aerobik egzersizler ritmik, tekrarlamalı hareketlerdir. Bisiklet, yüzme ve jogging gibi bu hareketler kalp hızımızı ve solunumu artırır. Yapabileceğimiz kadar yapar ve yavaş yavaş artırırız. Bu çalışmalarda yanınızda olacak bir arkadaş sizi, sizde onu motive edeceksinizdir. Yürüyüş, bisiklet ya da yüzme her ne olursa olsun belirli aralıklarla ve düzenli olarak yapılmalıdır. Aerobik egzersizin anlamı oksijen ile çalışmaktır, kalp hızı ve solunum artar.Üçüncü olarak güç egzersizleri yer alır. Adale ve kemik dokusunun zedelenmesini önler. Vücudunuzu daha kuvvetli hissedersiniz ve zedelenme riskiniz azalır.Hafif ve orta terlemelerde daha sıkı çalışmaya devam edin. Bu vücudunuzun soğutma sisteminin çalıştığını gösterir. Kalp ve solunum hızının artması adalelere oksijen pompalandığını gösterir.Çalışmalar sonrası birkaç gün adalelerde acı ya da ağrı görülebilir.Susadığınızı hissetmeyebilirsiniz, bundan dolayı sık sık sıvı gıda almalısınız.Çalışmalar sırasında daima vücudunuzu dinlemelisiniz. Göğüste baskı ya da gerginlik bununla beraber sol kola ve boyna uzanan ağrı ya da nefes almakta zorluk, çınlama ve bulantı olursa derhal çalışmayı durdurmalısınız ve hemenDOKTORUNUZA BAŞVURMALISINIZ
Sağlık Köşesi
Anti Aging İçin Ne Yapmalı?
Anti Aging, bir moda değildir. Yaşamımızın her anında bizi diri, dinç, uyanık ve sağlıklı kılacak bir kılavuzdur. Yaşlanma, insanın normal bedensel ve ruhsal işlevlerinin giderek azalmasıdır. Çok değişik faktörlerin etkilediği yaşlanma sürecinin önlenebilmesi mümkün olmamakla birlikte geciktirilmesi mümkündür. Ayrıca tıp literatüründe "kaliteli yaşlanma" kavramı çoktan yerini almıştır. Yaşlanma sürecini geciktirmek, yavaşlatmak, hatta kimi zaman tersine çevirmenin adı ise "'anti-aging" tıbbıdır.ANTİ AGİNG NEDİR? ANTİ AGİNG İÇİN NE YAPMALI ve NEREDEN BAŞLAMALIYIZ? İnsanoğlu binlerce yıldır yaşlanmayı önlemeyi ve sonsuz hayatın mümkün olup olmadığını araştırıyor. Yunan mitolojisindeki "Gençlik Pınarı" ve  Anadolu  masallarındaki "Ab-ı  Hayat" bu arayışların birer göstergesidir.Anadolu'da tıbbın babası olarak bilinen Lokman Hekim de ebedi gençliğin ve sonsuz hayatın peşindeydi, Alman edebiyatının en büyük isimlerinden Goethe'nin yarattığı Dr.Faust da... Yaşlanma; döllenmeyle başlayan, zaman içinde doğal olarak ortaya çıkan bütün değişimlerin toplamına denir. Bu bir bozulma sürecidir. Ölçülen şey, yaşama süresinin azalması ve organizmadaki zarar görme riskinin artmasıdır. Yaşlanma; kronolojik yaş artıkça, giderek artan bir olasılıkla, ölüme yakınlaşmaktır.Yaşlı popülasyon dünya nüfusunun en hızlı artış gösteren grubudur. Demografik araştırmalara göre, 65 yaş üzeri insanlar yaşlı sınıf olarak kabul ediliyor. Hızlı artış gösteren yaşlı nüfus günümüzde dünya nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyor. Yapılan araştırmalar bu oranın 2030 yılında yüzde 60’a ulaşacağını göstermektedir. Anti Aging, bir moda değildir. Yaşamımızın her anında bizi diri, dinç, uyanık ve sağlıklı kılacak bir kılavuzdur. Yaşlanma, insanın normal bedensel ve ruhsal işlevlerinin giderek azalmasıdır.  Çok değişik faktörlerin etkilediği yaşlanma sürecinin önlenebilmesi mümkün  olmamakla birlikte geciktirilmesi mümkündür. Ayrıca tıp literatüründe "kaliteli yaşlanma" kavramı çoktan yerini almıştır.Yaşlanma sürecini geciktirmek, yavaşlatmak, hatta kimi zaman tersine çevirmenin adı ise "'anti-aging" tıbbıdır.Hastalarımıza hangi önerilerde bulunmalıyız? Nelere dikkat etmeli, hangi ilaçları, vitaminleri kullanmalı veya kullanmamalı, neleri yemeli veya  yememeli, spor ve egzersizler ne şekilde düzenlenmeli ? Sadece bunlar yeterli midir? Ayrıca bazı tedavilere ihtiyacımız var mıdır?  Pek çok hastaya verilen vitamin ve eser elementlerin yan etkileri nedir?Ve…  Alternatif olarak doğal yöntemlerle tedavi kullanabilir miyiz? Anti-Aging, her insan için gönüllük ve irade üzerine inşa edilebilecek bir süreçtir ve bizi yıllar boyunca hastane kapılarından, hasta yataklarından uzak tutacak, kaliteli bir hayatı vaat etmektedir. Yaşlılık bir hastalık değildirHakkında çok şey bilinen genel bir fizyolojik süreç olan yaşlanmayla, insanın normal bedensel ve ruhsal işlevleri giderek azalır. Federal Almanya’da yaşam süresi, 1990 yılında yaklaşık olarak 46–48 yıl iken, günümüzde bu rakam 75–78 yıla çıktı. Bu artışın önemli bir kısmının nedeni, enfeksiyonların ve erken ölüme neden olan diğer rahatsızlıkların engellenmesi ve tedavi yöntemlerinin çok gelişmesidir. Artık insanların çoğu 70’li yaşlara kadar yaşıyor. Son gelişmeler ve koruyucu hekimlik anlayışı sayesinde azami yaşam süresi 90–100 yıla çıkma olasılığı gösteriyor. Yaşlılık, hücreleri ve bu hücrelerden kurulmuş olan sistemleri etkilediği gibi kollajen gibi bağ dokusu yapı taşlarını da etkilemektedir.  Enerji fazlalığı, bedensel aktivite yetersizliği, aşırı gerginlik, risk faktörlerinin çokluğu serbest radikallerin artmasına neden olur.  Bir bütün olarak ele alınması gereken yaşlanmayı, doğal ve kaçınılmaz bir olay olarak görmek gerekiyor. Bu noktada amaç yaşlanmayı durdurmak gibi imkansız bir işe girişmekten çok yaşlanma sürecini yavaşlatmak ve vücudun orantılı bir şekilde sağlıklı yaşlanmasını sağlamak.  Yaşlanma ile ilgili bazı bilimsel kavramlarBiyolojik Yaşlanma: Yumurtanın döllenmesiyle başlayan ve yaşam boyu süren bir olgudur. Zamana bağlı olarak bireyin anatomi ve fizyolojisindeki değişimlerdir. Kronolojik Yaşlanma: Geçen zamana göre, birer yıllık birimler esas alınarak yaşanan zaman birimini belirtir. Toplumda bunun karşılığı “yaş” tır.  Patolojik Yaşlanma: Genellikle dış faktörlerin etkisiyle meydana gelen, normal yaşlanma süreci’ni olumsuz etkileyen patolojik olayların tümünü kapsar. Sosyal Yaşlanma: Zaman akışı içinde edinilen sosyal davranış ve sosyal konumun ve sosyal rollerin değişimini tanımlar.  Psikolojik Yaşlanma: Bireyin davranışsal uyum yeteneğinde,yaşa bağlı olarak meydana gelen değişimlerdir.  Yaşlanma süreci beş aşamada incelenir:1. Moleküler yaşlanma2. Hücresel yaşlanma3. Doku ve organ yaşlanması4. Bireysel yaşlanma5. Toplumsal yaşlanma  Neden Yaşlanıyoruz?Yaşlanmayı kısmen açıklayan beş önemli teori var. Bunlar;    Telomeraz teorisi-program teorisi    Hormon teorisi     Serbest radikaller     Eskime teorisi     İmmün Sistem teorisi,  A) Telomeraz teorisi-program teorisiHer hücre bölünmesinden sonra, kromozomlarda kısmi DNA kaybı olur. Buna bağlı olarak sürekli bölünen hücreler sonrası, telomer biter. Öyle bir durum gelişir ki artık hücre bölünemez hale gelir ve ölür.  Her canlıda bir iç saat çalışır. Bu saat durduğunda canlı ölür. Çünkü her hücre sınırlı yenilenme olasılığına sahiptir. Bir hücre 50–150 kez bölünebilir.Aralıksız çalışan vücut, yaşlandığında gücünü kaybetmeye başlar. Örneğin; yeni hücreler oluşturulmasaydı, devamlı aşınmalar nedeniyle derimiz aniden ortadan kalkabilirdi. Yaşlanmayla birlikte hücre yenilenmesi tamamen sona ermez, ama yavaşlar. Kişi küçülür, zayıflar, organlar gücünü kaybeder. Deri daha yavaş yenilenir, kaslar incelir, kemikler çabuk kırılır, zihin tembelleşir, immün sistem zayıflar. Yaşlanmak, devamlı boşalan bir pile benzetilebilir. Hayatın ışığı daha güçsüz şekilde aydınlanır. Milyonlarca yıldan beri  insan ömrü bu şekilde sürmüştür. Günümüzde  ise, bilim adamları tüm dünyada buna karşı savaşıyor ve biyolojik saati geri almaya çalışıyorlar. Biyolojik saat üzerinde etkili unsurlar-Hücre-Hücre çekirdeği-Hücre membranı-Kromozomlar-Serbest radikaller-Proteinler-Mitokondri-Enerji-Temel madde/ Matriks-Telomer-Telomerlerin kısalması Ölümsüzlük = telomeraz enzimiABD’deki araştırmacılar Ölümsüzlük–telomeraz enzimi ile ilk olarak 1984 yılında karşılaşmışlar. Bu enzim hücrelerin hangi sıklıkta bölündüklerinin unutulmasını sağlıyor ve biyolojik saati devamlı olarak geri alıyor. Yaşam saatimiz kromozomların uçlarında, genetik bilgi taşıyan bölümlerde saklıdır. Burada telomer olarak adlandırılan, bir iplik şeridi üzerinde koruyucu başlık benzeri yapılar bulunuyor. Her hücre bölünmesi telomeri biraz daha kısaltıyor. Telomerler tamamen ortadan kalktığında hücre ölüyor. Telomeraz, telomerleri sürekli olarak onarabilir ve yaşlanma sürecini durdurabilir.  Araştırmacılar telomeraz enzimini aktive eden gen tedavisiyle yaşlanmayı durdurmayı, hatta yaşlanmayı geriletmeyi planlıyorlar. Gelecekte her 10 yılda bir gençleşme tedavisine gitmek zorunda olacağız. O zaman gen tekniği yoluyla biyolojik saat, örneğin; 10 yıl geri çevrilebilecek. Bazı gen araştırmacıları, gelecekte gen preparatlarının, insan ömrünü gerçekten yüzlerce yıl uzatabileceğine inanmaktadır. B) Hormon teorisiHormonlar tüm vücudu etkiler ve yaşlanma işlevlerini kontrol ederler. Dokuların veya organların fonksiyonel bütünlüğünü sağlayan özel kimyasal mesaj ileticiler olan hormonlar, iç salgı bezleri tarafından salgılanır ve hedef organa kan yoluyla ulaşarak etki eder. Böylece hormonlar organizmada kimyasal bir koordinasyon sistemi oluşturmuşlardır. Yaşlanmayla birlikte hormon üretiminde azalma meydana gelir. İnsanın bütün vücudunda dengeleyici işlev gören hormonlar, birçok önemli uyarıyı beyne, bağışıklık sistemine ve salgı bezlerine iletirler.  Vücudun neredeyse tüm fonksiyonlarından sorumludurlar. Bu durum önemli bazı proteinlerin oluşumunda bir azalma meydana getiriyor. Hormonların genel özellikleri-Fizyolojik düzenleyicilerdir.-Çok küçük miktarda etki ederler.-Canlı hücrelerce salgılanırlar. Bu canlı hücreler, salgılarını kan dolaşımına veren iç salgı     bezlerinin hücreleridir.-Kan yoluyla hedef organa ulaşırlar.-Hedef organda spesifik etkiler yaparlar. C) Serbest radikallerSerbest radikaller, vücudumuzun normal metabolik faaliyetleri sırasında oluşurlar. Çevresel etkilerle de meydana gelebilirler. Endüstri atıkları, güneş ışınları, kozmik ışınlar ve X ışınları, ozon, özellikle otomobil egzozlarından çıkan gazlar, ağır metaller, sigara, alkol, çeşitli kimyasallar, içtiğimiz su ve soluduğumuz hava ilk akla gelenler.  Oksijen yaşamın kaynağı ama aynı zamanda serbest radikallerin de kaynağıdır. Serbest radikaller ekstra enerjiye sahiptir ve vücudumuzdaki çeşitli yapılara bu enerjiyi boşaltarak zarar görmelerine neden olabilirler. Agresif oksijen bileşikleri diğer bir adıyla serbest oksijen radikalleri, değerli genetik madde olan DNA’nın kırılması veya mutasyonuna neden olurlar. Membran lipid ve proteinlerini yıkarak hücre fonksiyonlarını bozarlar. Ör:LDL kolesterolü hücre duvarına taşıyarak oradan bozulmasına neden olurlar. Günümüzde artık serbest radikallerin pek çok kronik hastalığın oluşmasında etkin bir rolü olduğunu biliyoruz. D) Yaşam enerjisi ve eskime teorisiHer canlının doğumuyla birlikte belli bir yaşam kredisi vardır. Çünkü her hücre sınırlı sayıda yenilenme olasılığına sahiptir. Her hücre 50–150 kez bölünebilir. Yaşamak için enerji yakmak zorundayız ve enerji yaktığımız için ölüyoruz. Vücutta enerji üretimi sırasında, zamanla hücrelere ve genetik maddeye zarar veren zararlı atık ürünler oluşur. Asıl zararlı madde, insanlar asla inanmak istemese de oksijendir.Bunu şöyle düşünebiliriz: Hücrelerimizin enerji üretim fabrikaları olan mitokondrilerde, besin maddeleri yakılarak enerjiye dönüştürülür. Bu nedenle hücrelerin oksijene gereksinimi vardır. Besinler oksijen yardımıyla yakılırken, bir miktar “vahşileşmiş, saldırgan” oksijen yani serbest radikal oluşur. Bu radikaller hücrelerimizdeki koruyucu tabakaya tutunur, kromozomlara saldırır ve genlerimize zarar verir. Hücrelerimiz milyonlarca sayıda saldırıya karşı koymak zorundadır ve her gün her hücre çekirdeğine en az 10 bin serbest radikal hücum etmektedir. Yanlış beslenme ve sağlıksız yaşam tarzı,stres ve bazen de aşırı spor yapmak bu oranı 10 kat artırır.  Her saldırı gen hasarına yol açabilir ve genetik materyali değiştirebilir. Böylece Kanser, Artrit, Alzheimer ve Kalp hastalıkları meydana gelmektedir.  Gen hasarı onarılabilirABD’de bir grup araştırmacı, bir öğrenciyi trafiğin en yoğun olduğu saatlerde 1,6 kilometre uzunluğunda bir tünelde 20 dakika yürütmüşler ve  zehirli gazlarla dolu bu tünele girmeden önce ve bu tüneldeki yürüyüşten sonra denekten doku örnekleri almışlarır. Tetkikler öğrencinin bu sürede 15 ay yaşlandığını göstermiştir. Öğrenciye daha sona protein, vitamin verilmiş ve uzun süre uyuduktan sonra, ertesi sabah tekrar yapılan incelemeler sonucu hasar gören hücre ve genlerin yenilendiği görülmüştür. Bu çalışma, vücudun serbest radikallerle savaşma ve zararları tamir etmede önemli mekanizmalara sahip olduğunu ispatlıyor. Ancak onarım mekanizmaları yaşla beraber gerilediğinden, vücut yaşlandıkça besinlerde bulunan biyolojik maddelere daha fazla gereksinim duyuyor.  E) Bağışıklık sistemi teorisiBağışıklık sistemimiz yaşam süresince pek çok mikro organizma tarafından (virüs, mantar, bakteri) saldırıya uğrar. Bedenimiz bu mikro organizmalara karşı sürekli mücadele vermektedir. Ayrıca bedenimizde meydana gelen ölü hücre atıklarını da bedenden atmak için çaba harcar. Sağlıklı bir insanda bağışıklık sistemi mükemmel çalışır. Bağışıklık sistemimizi zayıflatan başlıca öğeler şunlar: Dengesiz beslenmek, kalitesiz ve yetersiz uyku, kronik stres, madde bağımlılığı, büyük şehirlerde ve gürültülü ortamda çalışmak ve ikamet etmek, ağır bedensel işlerde çalışmak, bedensel aktivite eksikliği ve kronik hastalıklar.   Biyologlar yaşamı üç belirgin evrede ele alırlar :Embriyolojik gelişim: Spermin yumurtayı döllediği andan başlayarak doğuma kadar olan evreyi kapsar.Büyüme ve olgunluğa erişme: Büyüme, organizmanın doğumundan ergenliğin sonuna kadar olan evreyi kapsar.Yaşlılık: Vücudun yapı ve işlevlerinde geriye dönüşü olmayan bozulmaların görüldüğü hayatın son evresidir.Yaşlanmayla birlikte organ sistemlerinde meydana gelen fizyolojik değişiklikler, genellikle normal koşullar altında vücut fonksiyonlarını belirgin şekilde etkileyecek nitelikte değildir. Yaşlanma daha çok sistemlerin yedek kapasitelerini azaltır. Çeşitli stres koşulları altında yaşlı bünye, bu yedek kapasitelerin azalımı sonucu fonksiyonunu artıramayabilir.  Yaşlanma süreci verimliliğimizi ve vücudumuzu değiştirir ve bedenimizde değişimlere neden olur. Organlarda meydana gelen bu değişimleri ise yavaşlatmak mümkündür.Yaşlılığı aktive eden faktörler:                              Hormon eksikliği                              Serbest radikallerin artması                              Bedensel aktivitenin azlığı                              Düzensiz yaşam, sağlıksız ve dengesiz beslenme                              Alışkanlıklar (Sigara, alkol, şişmanlık, fazla  yemek,geç saatlerde yemek)                              Uyku düzensizliği                             Stres Yaşlılık ve çevreYaşlılar istirahat koşullarında normal işlevlerini sürdürüyorlarsa da, çevresel streslere uyum gösterebilme yeteneklerinde önemli ölçüde azalma olmaktadır. Yaşlıların enfeksiyonlara karşı direnci azalmaktadır,fazla sıcak ve fazla soğuk stresini ve iklim değişikliklerini daha zor tolere edebilen yaşlılar, ilaç verilişinden sonra da toksisite ve yan etki riskleri açısından daha savunmasız durumdadır. Yaşlıların çevresel kimyasallardan etkilenme riskide gençlere oranla daha fazladır.Yaş yükü: kiloDünya Sağlık Örgütü kronik bir hastalık diye tanımladığı şişmanlığın tüm dünyada karın, bacaklar ve kalçayı etkileyecek şekilde yayıldığını söylüyor. Yaklaşık 41 milyon Alman’ın kilo fazlası var. Bu kişiler şişman kategorisinde bulunuyor. Sigara içme, hareketsizlik ve aşırı kilo, yaşlanma sürecini hızlandıran üç önemli faktör. İnsanlar neden sürekli şişmanlıyor?Genlerimiz anlayışsızÇok eski bir enerji tasarrufu kuralı bizleri hala etkiliyor.Olabildiğince az hareket et, olabildiğince fazla ye. Bu hiçbir zaman bugünkü kadar kolay olmamıştır. Çünkü “fast food” yiyecekler hızlı ve tüketilmeye hazır bir biçimde karşımıza gelmekte ve direkt yağ hücrelerini beslemektedir.  Açgözlü ve cimri yağ hücreleriGünlük yediğimiz sandviçler yağlı besinlerden oluşuyor. Sucuk, salam, kızartmalar, çikolata, tart ve soslarda fazla miktarda yağ bulunuyor. Günde ortalama olarak 142 gram alıyor, en fazla yarısını eritebiliyoruz. (11, 15)Tembellik kaslara zarar verirHareketsizlik sonucu kaslar zayıflıyor. Onların yerini yağ dokuları dolduruyor. Bu nedenle kaloriler serbest şekilde yağ hücreleri içine yerleşiyor ve yağ hücrelerinin boyutu 200 kat artıyor. (5, 11)Yağ hücrelerinin anahtarları yokBesin maddelerinde yeterli yaşamsal maddeler olmasaydı daha yüksek yağ dönüşüm oranlarına sahip olurduk.  C vitamini yağların yakılmasını tetikliyor. B6 vitamini, magnezyum, iyot, krom ve selenyum diyet mutfağında önemli bir yere sahip.Bu değerli maddelerin çok azı yiyeceklerimizde bulunuyor. Bu maddelerin besin yoluyla ve besin takviyesi olarak alınması gerekebilir. Bunların eksikliği halinde milyonlarca yağ hücresi şişer ve kapanır. (4, 5)Her fazla kilo önemli etkiye sahipHer ABD’li müdür, yıl içinde aldığı fazladan besinler için yıllık gelirlerinden 1000 dolar fazladan harcama yapıyor. Göbek yasağı yalnızca çalışma mekanıyla ilişkili değil. ABD’li öğrenciler arasında yapılan bir anket öğrencilerin şişman bir kadınla evlenmektense zihinsel özürlü veya kör bir kadınla evlenmeyi tercih ettiklerini göstermiş. Şişmanlar toplum tarafından acımasız şekilde küçük görülüp toplumdan izole ediliyor ve daha da kötüsü kilodan kaynaklı birçok hastalık nedeniyle acı çekiyor.  Mucize ilaçlar yerine egzersizİnsanlar günümüzde geçmişe göre 600–800 kalori yani bir öğün daha az yakıyor, ama bu bir öğünden vazgeçmiyor. Asıl sorunlardan biri de insanların koltukta uzanıp çikolata, şekerleme yiyerek, bir yandan da mucize hapları yutarak hızla zayıflamak istemeleridir. Tüm reklam vaatlerine karşın mucize hap veya diyet diye bir şey yoktur. BMI değeri 25’in üzerinde olanların tedavi olmaları gerekir. mora Terapi bu konuda çok güzel çalışıyor. Hangi risk tipindesinizKarın bölgesindeki yağ tabakaları (yastıkçıklar) nın ne kadar tehlikeli olduğu  bu yastıkçıkların nerede bulunduğuna bağlıdır. BMI ( Body Mass Index)  yanında yağ dağılımı da (Waist to Hip Ratio-WHR) önemli rol oynar. Kadınlarda kalça ve üst baldır bölgesinde yağ tutulumu daha fazladır. Bu tip kilo almaya “armut tipi” şişmanlık denir. Bu doğanın kadınları ve çocukları korumak amacıyla oluşturduğu bir depodur. Buna karşın erkeklerde “elma tipi” kilo alımı yaygındır. Sağlığımız için tehlikeli olan şişmanlık yağların bel çevresinde toplandığı elma tipi şişmanlıktır. Kötü yağlanma, arteriyoskleroz, miyokard enfarktüsü ve inme için risk faktörüdür.Kas yağdan daha ağırNe baskülün gösterdiği ağırlık, ne de modern BMI Formülü gerçek vücut durumu hakkında tam olarak bilgi verebilir. Çünkü ince görünen bir kişi fazla kiloya sahip olabilir veya şişman olduğu düşünülen bir kişi optimal şekilde donatılmış olabilir. Kalori yaşam süresini kısaltıyorKalori konusunda tutumlu davranan kişilerin yaşam sürelerini uzattığı bilimsel olarak ispatlanmış.  ABD’de ölümsüzlüğe ulaşmak isteyen kişiler yıllardır 1500 kalorilik kısıtlanmış diyet uyguluyor ve her gün avuç dolusu vitamin hapı alıyorlar.  Çok fazla yemek yaşlanmaya neden oluyor. 100 yaşındaki kişilerde yapılan çalışmalar, çoğunun çok zayıf olduğunu, fiziksel ve zihinsel olarak aktif olduğunu ve az kalori aldıklarını göstermiş.  Çinliler 3000 yıldan beri akşam yemeğinin düşman olduğunu biliyor. Bu nedenle anti-aging uzmanları hastalarının diyetlerinden akşam yemeğini kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bu insanların çok hoşuna gitmemektedir. Çünkü akşam yemeği mum ışığı ve romantik müzik eşliğinde veya çocuk sesleri arasında olması fark etmez yaşamı daha keyifli hale getiriyor. Bu nedenle kişiler yağ oranını yarıya indirerek bu risk faktörünü hafifletmeye çalışmaktadırlar. Kendinizi sıkıntıya sokmaksızın kalorilerden kaçının ve bunu tüm gün uygulayın.  Tamamlayıcı Tıp ile Anti Aging Tamamlayıcı Tıp Bakış açısıyla Anti Aging nasıl olmalıdır? Hastanın genel sağlık profilinin, beslenme ve yaşam alışkanlıklarının, derisinin, laboratuar tetkiklerinin, vücut kas ve yağ oranının, fiziksel rahatsızlıklarının tümünün değerlendirilmesini takiben kişinin yaşına ve şikayetlerine uygun bir anti aging programı başlatılmaktadır (25 yaş ile 65 yaş farklı uygulamaları gerektirir). Unutulmamalıdır ki anti aging’in beli bir başlama yaşı yoktur, çünkü aktif koruyucu hekimlik doğumla başlar.Basamak basamak uygulanacak tedaviler şunlardır : 1. Hormon tedavisi: Asıl amaç eksiği yerine koymaktır. Bu tedavinin mutlaka bir endokrinoloji uzmanıyla birlikte yapılması gerekir. Hormonların hepsi birbiri ile  ilişki içindedir. Kontrolsüz yapılacak bir hormon takviyesi pasif halde olan bir hastalığı aktif hale getirebilir.  Kontrolsüz bir östrojen takviyesinin Meme Ca oranını artırdığı bilinmektedir. Hormon takviyesi yapılmadan önce mutlaka tamamlayıcı tıp metotları kullanılarak vücudun regülasyonu sağlanmaya çalışılmalıdır. Bu bağlamda kullanılan metotların başında biyofoton, nöral terapi, proquant, fitoterapi, homöopati ve akupunktur gelir. 2. Thymus-timüs tedavisi: Bu tedavinin bireyin bağışıklık sistemini güçlendirmek için önemi büyüktür. 3. Tamamlayıcı tıp metotlarının tedaviye dahil edilmesi:     Nöralterapi     Kaliteli uyku,    Homeopati,    Enzim-Mineral ve omega - 3 desteği    Sağlıklı ve dengeli beslenme,    Akupunktur,    Detox-Toksinlerden arınma,    İhtiyaç durumunda natürel ürünlerle cilt bakımı,    Refleksoloji,    Kolon hidro terapi,    Kendi kanı ile tedavi-ozon tedavisi    Bedensel aktivite ve stres ile mücadele.    Hipnoz,    Biofeedbeck4. Stres menajerliği: Psikiyatri uzmanı tarafından değerlendirilip zihinsel rahatsızlıkların düzeltilmesi  5. Chelate tedavisi: Chelate; gevşek yapı gösteren bileşiği bir metalle birleştirmek; bu suretle bileşiğin yapısını kuvvetlendirmek 6. Serbest radikaller: Serbest radikallerden korunmak ve serbest radikallerin riskini azaltmak  için doğru ve programlı olarak antioksidanların verilmesi 7.  Yaşam şeklinin düzenlenmesi ve değiştirilmesi8.  Ozon tedavisi veya oksijen tedavisi 9.  Zararlı maddelerden kurtulmak: Sigarayı bırakmak, alkol tüketimini sınırlamak vs.10. Manyetik alan tedavisi ve Proquant ile tetkik ve tedaviÖncelikle uygulanacak tıbbi yaklaşım aktif koruyucu hekimlik temeli üzerine kurulu olmalı ve doğal tedavi yöntemlerini  kullanmalıdır.    Doğal yöntemlerle tedavi ve diğer bir adıyla tamamlayıcı tıp hastalıkları meydana getiren genetik, sosyal, çevre ve iş faktörlerini , o organdaki bozukluktan etkilenen diğer organları, fonksiyonel değişiklikleri, oluşan psikolojik farklılaşmaları birlikte değerlendirerek, kişinin hastalıklı organdan öte bütünlüyle sağlıklı olması ve iyilik haline kavuşması çabasını içermektedir.  Tamamlayıcı tıp geçtiğimiz yüzyılın sonunda tamamen sanayileşen ve metalaşan tıbbın insana tekrar kazandırılmasının çabasıdır. Modern tıp ise hastalıklarla uğraşmakta, ortaya çıkan  hastalıkların cerrahı veya medikal tedavisi  üzerinde  sürekli yeni ilaçlar yeni tedaviler geliştirmeye çalışmaktadır. Modern tıp anti aging alanında çalışmalarını yoğunlaştırmakla birlikte yeterli yaklaşımı sunamamaktadır.Çünkü anti aging  tamamen aktif koruyucu hekimlik uygulaması olmak zorundadır. Hastalıklar ortaya çıkmadan, hücre ve organlarda başlamış hasarlar veya hasar oluşturabilecek durumları tersine çevirebilmek gerekmektedir. Ayrıca oluşan hastalıkların tedavisinde modern tıbbın uygulamalarının yanı sıra tamamen doğal yöntemleri içeren tamamlayıcı tıp uygulamaları da kullanılmalıdır.Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde bilinçli ve kültür düzeyi yüksek kesimlerin daha insani ve doğal yöntemlere yönelmesi ile birlikte hekimlerin de bu alana ilgisi artmış ve Avrupa başta olmak üzere Tıp Fakülteleri’nde  Tamamlayıcı Tıp kürsüleri kurulmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise tamamlayıcı tıp alanında akademik tıp eğitimi ne yazık ki yoktur. Tamamlayıcı tıbbın bazı uygulamalarını yapan hekimler olsa da bütünlüklü bir yaklaşımdan yoksun kalınmakta, bazı ehil olmayan kişilerce yetersiz ve yanlış uygulamalar da yapılabilmektedir.Nöralterapi  ve  Anti AgingYaşlanma fizyolojik bir olaydır.Kader değildir.Ancak koordine edilmeden erken yaşlanma oluşursa ,bu durum bir hastalık olarak algılanabilir.Yaşlanan dokularımız sıvı kaybeder.Kaybedilen sıvının yerine toksik ürünler  yerleşmeye başlar.Biriken toksik ürünler damar çeperlerinde ve hücrelerde kalsifikasyonla kendini göstermeye başlar.Bu toksik ürünlerin miktarının  artması ile dolaşım sistemimizde ve metabolizmamızda patolojik olaylar kendini gösterir. Bu olayların devamında  bağışıklık sistemimiz zayıflar ve vücudumuzun  tüm işlevlerinde azalmalar görülür.Bunların  doğal sonucu olarak hastalıkların oluşması kaçınılmazdır.Hayvan deneylerinde ; Belli sürelerde ardışık  ve toksik dozlarda verilen maddelerin, sinir iletisini yavaşlattığı, damar duvarında kalsifikasyonlar oluşturduğu ve dolaşımda bozulmalara neden olduğu gözlenmiştirDeney hayvanlarında da gösterildiği gibi, otonom sinir sisteminde oluşan iletim bozukluğu yaşlanmayı hızlandırmaktadır.Fizyolojik yaşlanmada ortaya çıkan değişiklikler incelendiğinde;dolaşımda ve ekstrasellüler alanda, temel madde de(matriksde) ilk bozulmaların ortaya çıktığı görülmektedir.Ve bu durumda bedene gelen çeşitli uyarılara yaşam fonksiyonlarımız için gerekli reaksiyonlar verilemez hale  gelmektedir.Bunlara birde vegetatif sinir sistemini zorlayan ,bedenin kendini regüle etmesini engelleyen bozucu alanlarda eklenirse yaşlanmanın hızlanması kaçınılmaz hale gelir.İnsan bedeninin belli bir regülasyon  kapasitesinin olduğu bilinmektedir.Bunu korumak için aşırı enerji harcanması vücudumuzun  bitkin düşmesine neden olur.Birçok uyarının arka arkaya gelmesi ve uyarıların kronikleşmesi sonucunda vücudumuzdaki regülasyonun bozulduğu ve vücudun labil bir hale geldiği Nöralterapi’de bilinen bir gerçektir.Vegatatif sinir sisteminin ve temel maddenin bozulması yaşlanmada en önemli rol oynayan nedenlerden bir tanesidir.Vegetatif sinir sistemi üzerinde etkili olan,  kronikleşmiş fazla sayıdaki uyarı veya uyarılar başka bir deyişle  “Bozucu Alanlar” ın elimine edilmesi fizyolojik yaşlanmayı durdurmada en etkin tedavi metodu olarak karşımıza çıkmaktadır.Farklı hastalıklar için bize başvuran birçok hasta, kısa sürede kendini daha dinç ve daha iyi hissettiğini  bildirmektedir.Yürüyüşü düzelen, görme ve duyma yeteneği artan, uykuları düzelen ve  konsantrasyonu artan hastalarımız  oldukça fazladır.Ne yazık ki 1928 ‘ten beri Nöral Terapi’de gözlenen bu gerçekler, bugüne kadar Geriatri bilim dalının dikkatini çekmemiştirHuneke kardeşlere borçlu olduğumuz bu tedavi metodunda kullanılan ilaç % 1’lik prokaindir.1954-1956 ‘lı  yıllarda büyük başarılar kazanan Prof.Dr. Anna Aslan tarafından yapılan çalışmalar tüm dünyanın dikkatini prokain üzerine  çekmişti. Prof.Dr.Anna Aslan bu çalışmalarında prokainin yıkılması ile PAB’in ( Para- aminobenzoikasit) ortaya çıktığını belirtti. Bu maddeyi Gerovital H3 olarak adlandırdı ve vitamin benzeri bir madde olduğunu söyledi.  Prokain’in yıkım ürünü olan H3 maddesinin  gençleştirici özelliği göz önüne alınarak büyük  klinikler kuruldu. Prokain tabletleri gençleştirici olarak kullanıldı.Bunların sonucunda;  Prokain, içinde vitamin sözü geçtiği için modern tıpta ilaç olarak kullanılmaya başlanmasına karşılık, etki mekanizmasının  aydınlatılması yarım kalmıştır.Nöral terapi uygulayan  hekimler, prokainin asıl etkisinin, H3 maddesinden kaynaklanmadığını, gerçek etki mekanizmasının vegetatif sinir sistemi ve temel maddeki regülasyonun üzerinden  olduğunu bilmektedirler. Nöralterapistler,litrelerce procain kullanmak değil , doğru yere doğru dozlarda prokain  kullanılmasının etkili olacağı görüşündedirler.Nöral terapinin etki mekanizması, gerek hücrenin repolarizasyonu ve gerekse hücre düzeyindeki regülasyon ile açıklanmaktadır. Sonuç olarak;   Tamamlayıcı Tıp ile oluşturulacak anti aging protokollerinde, en önemli basamaklardan biri olan Nöralterapi yapılmadan uygulanan tedavilerde, kalıcı ve gerçekçi bir çözüm  düşünülemez.
Sağlık Köşesi
Bağırsak Florası ve Önemi
  Bağırsak florası denildiği zaman, sindirim sisteminde yaşayan ve konak organizmanın sindirimiyle ilgili çeşitli yararlı işlevleri olan mikroorganizmalar kastedilmektedir.Bağırsaklar alan olarak 400-500 m² büyüklüğünde yani bir futbol sahasının yarısından biraz daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir. Bağırsak florasında bilinen 500 tür bakteri mevcuttur ve bunlar sayı olarak 1–10 katrilyon arasındadır. Bu bakteriler genellikle kalın bağırsakta bulunurlar.     Sağlıklı bir insanda bağırsak florasındaki bakterilerin % 98’i faydalı olup yediğimiz besinlerdeki proteinleri aminoasitlere, karbonhidratları disakkaritlere ve yağları da yağ asitlerine dönüştürürler. Örneğin proteinler 30 000-300 000 molekülden oluşurlar, enzimler veya bakteriler aracılığı ile aminoasitlere (tek moleküle) dönüşürler.Ortalama bir insan vücudunda 1014 hücre varken, sindirim sisteminin içindeki mikroorganizma sayısı bunun en az on katı kadardır. Bakteriler kalın bağırsaktaki floranın çoğunu, dışkının da %60'ını oluştururlar. Sindirim kanalında yaşayan tür sayısı tahminen 300 ile 1000 arasında olup, pek çok uzmanın görüşü ise bunun 500 civarında olduğudur. Ancak bunların % 99'unun, 30-40 türe ait olmaları muhtemeldir. Bağırsak florasını oluşturan canlılar arasında maya türleri de vardır.Bağırsak florası ile insanlar arasındaki ilişki simbiyotik ve mutualistik bir ilişkidir, yani her iki tarafa da yarar sağlar. İnsanlar bağırsak florası olmadan yaşayabilseler de, bağırsak florasının, kullanılmayan maddeleri fermantasyon ile kullanılır maddelere dönüştürmek, bağışıklık sistemini eğitmek ve zararlı organizmaların büyümesini engellemek gibi yararlı işlevleri vardır.Ancak bazı bağırsak mikroorganizmaları hastalık da yapabilir.Üst mide ve ince bağırsakta mikroorganizma yoktur. En çok bakteri kalın bağırsakta bulunur ve bu bakterilerin etkinlikleri, kalın bağırsağı metabolik olarak vücuttaki en aktif organ yapar. İnce bağırsaktaki bakteriler başlıca Gram-pozitif, kalın bağırsaktakiler ise başlıca Gram-negatiftir. Kalın bağırsağın ilk kısmında karbonhidratlar fermente olur, sonrasında ise protein ve aminoasitler parçalanır. pH, bağışıklık sistemi ve peristaltik hareketlerin etkisiyle bağırsağın farklı bölgelerinde farklı türler bulunur. Çekum ve çıkan kolonda pH düşüktür ve bakteriler hızlı çoğalır, nötral pH'lı inen kolonda ise yavaş çoğalırlar. Bağırsaklardaki bakterilerin % 99'dan fazlası anaerobdur, ama çekumda aerobik bakterilerin yoğunluğu yüksektir. Bağırsaklarda yer alan mikroorganizmaların tipleriBağırsaklardaki tüm bakteri türleri tanımlı değildir çünkü bazıları kültürlenemez. Kişiden kişiye bakteri türlerinin sayıları çok fark etse de, belli bir kişi için bu sayısal oranlar oldukça sabittir.Çoğu bakteri Bacteroides, Clostridium, Fusobacterium, Eubacterium, Ruminococcus, Peptococcus, Peptostreptococcus ve Bifidobacterium cinslerine aittir. Escherichia ve Lactobacillus gibi aeroblar daha az miktarda bulunurlar. Bacteroides cinsine ait türler bağırsaklardaki bakterilerin %30'unu oluştururlar.Bağırsak florasında bulunan maya cinsleri arasında Candida ve Saccharomyces bulunur.Bağırsak florasında yer alan mikroorganizmaların görevleri Bağırsak bakterilerinin insanlar için faydalı olan çeşitli işlevleri vardır. Bunlar arasında sindirilemeyen gıdaların parçalanıp emilmelerine yardımcı olmak, hücre büyümesini teşvik etmek, zararlı bakterilerin çoğalmasını baskılamak ve bağırsaklardan kana toksik ürünlerin geçmesini engellemek sayılabilir. Ayrıca bağırsak mukozasında enflamasyon oluşumunu engellemek, cilt hastalıklarının oluşumunu azaltmak, daha duru bir beden oluşturmak, kişinin bağışıklık sistemini güçlendirmek, karaciğere gidecek ve onun yükünü artıracak olan patojen mikroorganizmaları önceden elimine etmek, bağışıklık sisteminin yalnızca patojenlere cevap vermesini sağlamak ve bazı hastalıklara karşı korumak da bu görevler arasında sayılabilir. Karbonhidrat fermantasyonu ve emilimiBağırsak florası olmazsa insan vücudu yediği karbonhidratların bir kısmını sindirip kullanamaz, çünkü polisakkaritlerin sindirimi için gerekli enzimler ancak bazı bağırsak bakterilerinde bulunmaktadır. Steril bir ortamda büyüyen ve bağırsak florası olmayan kemirgenlerin, normal hayvanlara kıyasla aynı kiloda kalabilmek için %30 daha fazla yemek zorunda oldukları gösterilmiştir. Bakterilerin yardımı olmadan tamamen sindirilemeyen bileşikler arasında, bazı karbonhidrat (nişasta gibi), oligosakkarit, şeker (laktoz gibi) ve alkoller, bağırsak mukozası ve dökülen bağırsak epitel hücrelerinin proteinleri bulunur. Bakteriler fermente ettikleri karbonhidratları kısa zincirli yağ asitlerine (KZYA) dönüştürürler. Bunlar konak hücreleri tarafından kullanılarak insan için önemli bir enerji kaynağı oluştururlar. Ayrıca bu yağ asitleri bağırsağın su emme kapasitesini artırır, bazı zararlı bakterilerin sayısını azaltır ve hem bağırsak hücrelerinin hem de yararlı bakterilerin çoğalmasını sağlarlar. KZYA arasında asetik asit, propionik asit ve butirik asit bulunur. Fermantasyon sonucu laktik asit gibi organik asitler ve gazlar da oluşur. Bu organik asitler vücut tarafından kullanılıp enerji üretiminde kullanılırlar.Bağırsakta gerçekleşen diğer bir fermantasyon, proteolitik fermantasyon olup, enzimler, ölü konak ve bakteri hücreleri ve gıdalarda bulunan kollajen ve elastin gibi sindirilememiş proteinlerin yıkımını sağlar. Bu fermantasyon sonucunda da KZYA ve karsinojenler oluşur. Bakterilerin, lipitlerin emilimi ve depolanmasını artırdıklarına dair deliller vardır. Bakteriler ayrıca K2 vitamini üretip bunun vücut tarafından emilimini sağlarlar. Ayrıca KZYA vücudun kalsiyum, magnezyum ve demir emilimine de yardım eder. Bağırsaklarda bulunan mikroorganizmaların bağırsak dokusuna etkileri KZYA'nın bir diğer yararı, bağırsak epitel hücrelerinin büyümesini artırmaları, onların çoğalma ve gelişimini kontrol etmeleridir. Bunun yanı sıra, bağırsak yakınındaki lenf dokularının büyümesini de sağlarlar. Sağlıklı bir bağırsak florası patojen bakterilerin, yani hastalık yapacak bakterilerin oluşumunu engeller… Bağırsak florasının önemli etkilerinden bir diğeri ise, konağa zarar verebilecek türlerin bağırsaklarda yerleşmelerine engel olmaktır. Mayalar ve Clostridium dificile gibi zararlı bakteriler, yararlı bakterilerle rekabet edemediklerinden sayıları zararsız seviyede kalır. Buna karşın, bağırsak florası kaybolunca kolayca enfeksiyonlar meydana getirirler.Yararlı bakteriler, kalın bağırsak yüzeyindeki bağlanma noktaları ve bağırsağın içindeki gıdalar için patojen mikroorganizma türleri ile yarışarak, patojen türlerin büyümesine engel olurlar. Bağırsakta bulunan simbiyotik bakteriler, bu ekolojik ortama daha fazla uyum sağlamışlardır. Ayrıca dahili bakteriler konağa kimyasal sinyaller yollayarak ne kadar gıdaya gereksinim duyduklarını bildirirler, konak da onlara ancak o miktarda gıda verir. Bu yüzden patojenler, çoğalmalarına yetecek kadar besin elde edemezler. Yerel bakteriler ayrıca bakteriosinler salgılarlar; miktarları konak tarafından düzenlenebilen bu maddeler zararlı bakterileri öldürür. Fermantasyonun bir diğer etkisi de, yağ asitleri oluşturmasından dolayı, ortamın asitliğini artırıp buna dayanıksız olan zararlı organizmaların çoğalmasını engellemesidir.Bağırsak florasının bağışıklık sistemi üzerindeki etkisiBağırsak bakterileri, konağın sistemik ve bağırsak mukozasındaki bağışıklık sistemi üzerine sürekli etki ederler. Bağırsak mukozasındaki bağışıklık sisteminin hem erken gelişiminde hem de hayat boyu süren işleyişinde bakterilerin anahtar bir rolü vardır. Bağırsak mukozası yakınında yer alan lenf dokularını stimüle ederek patojenlere karşı antikor üretmelerini sağlarlar. Bağışıklık sistemi yararlı bakterilere dokunmayıp zararlılara karşı mücadele verir. Bir bebek doğar doğmaz sindirim sistemine bakteriler yerleşir. İlk yerleşen bakteriler bağışıklık sisteminin tepkisine etki ederek, kendilerinin konağa ait olarak tanımlanmalarını sağlarlar. Dolayısıyla ilk bakteriler, kişinin hayatı boyunca var olacak bağırsak florası içeriğini belirlerler. Bu yüzden normal doğan bir bebeğin bağışıklık sistemi, sezaryen ile doğan bir bebeğe oranla daha güçlüdür. Berlin Postam’dan Dr. Habil Jurgen Schulz, bağırsak florasının bebeklerin doğduktan sonra anne sütü, inek sütü veya mama ile beslenmelerine göre şekillendiğini tespit etmiştir. Buna göre anne sütü ile beslenen çocukların bağırsak içeriğinin pH-değeri 3.5-5 arasında iken, mama ile beslenenlerde pH-değerinin 7 veya hafif üzerinde olduğunu tespit etmiştir. Sindirim organları günde ortalama 7–8 litre salgı (enzimler, hormonlar, vitaminler, asitler ve alkalik maddeler) üretir. En ideal enzim salınımı, pH-değerinin 4.5-6.5 arasında olması halinde gerçekleşir.Bebekte sağlıklı bir ağız ve bağırsak florasının oluşmasını sağlayan esas faktör, doğum sırasında annenin vajinasından yuttuğu ilk floradır. Ancak, bebek sütten kesilince bağırsaklardaki bakteri karışımı, çoğunlukla seçmeli (fakültatif) aeroblardan, zorunlu anaeroblara değişir.Bağırsak florasının bazı üyeleri, örneğin bazı Bacteroides türleri, yüzey antijenlerini değiştirerek kendilerini konak hücrelerine benzetirler, böylece bağışıklık tepkisinden kurtulurlar. Bazı zararlı bakteriler de bu stratejiyi kullanırlar.Bakteriler oral tolerans adı verilen bir duruma etki ederler, yani ağızdan alınan veya sindirim sisteminde bulunan bakterilerin ürettiği bir antijene karşı kişilerin daha az duyarlı olmalarını sağlarlar. Sağlıklı bir bağırsak florası alerjileri engeller Bakterilerin alerjilere, yani bağışıklık sisteminin zararsız antijenlere karşı aşırı tepki göstermesine engel olduğu da gösterilmiştir. Bebek ve küçük çocukların floraları incelendiğinde görülmüştür ki alerjisi olanların veya daha sonraki yıllarda alerji gelişenlerin bağırsak florasında C. difficile ve S. aureus gibi zararlı türlerin olma olasılığı daha yüksek, Bacteroides ve Bifidobacteria’nın sayıları ise daha düşüktür. Bu gözlemi şu şekilde açıklayabiliriz; bakteriler bebeklik yıllarında bağışıklık sistemini eğittiklerinden dolayı, eğer bu bakteriler zamanında eksik ise, bunun sonucu olarak gelişen az eğitilmiş bir bağışıklık sistemi, antijenlere karşı aşırı tepki gösterebilir. Ancak flora bozukluğu alerjilerin bir nedeni değil bir sonucu da olabilir. Antibiyotikler bağırsak florasını olumsuz yönde etkiler Geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı ile bakterilerin sayısının azaltılması, konağın sağlığına ve onun gıdaları sindirme yeteneğine etki etmektedir. Antibiyotikler, bakteriyel hastalıkları iyileştirmek amacıyla alındığında veya farkında olmadan, antibiyotikle beslenmiş hayvan etleri yendiğinde, bağırsak florasına zarar verirler. Antibiyotikler sadece patojen bakterileri öldürmez aynı zamanda bağırsakta yer alan önemli bakterileri de öldürürler. Antibiyotik kullanımının artmasına bağlı olarak bağırsak florasında ciddi bir bozulma olmaktadır. Bu durum kişinin bağışıklık sisteminin çökmesini ve kronik hastalıkların oluşmasını kolaylaştırmaktadır. Antibiyotikler bağırsakları tahriş ederek, bağırsak florasına etki ederek veya patojen bakterilerin çoğalmasına fırsat vererek ishale yol açabilirler. Hatta bazen kabızlık da yapabilirler. Antibiyotik kullanımı sonucu, daha önce var olmayan rahatsızlıkların ortaya çıkmasının altında yatan neden budur.Antibiyotikler, bağırsak florasındaki bakterilerin sayı ve türlerini değiştirerek ve vücudun karbonhidratları fermente etme ve safrayı metabolize etme yeteneklerini azaltarak da ishale yol açabilir. Antibiyotiklerin bir diğer olumsuz etkisi, antibiyotiğe dirençli bakterilerin sayılarının artmasına neden olmalarıdır. Daha önce de belirtildiği gibi, bağırsak kaynaklı bakterilerin azalmasının bir diğer etkisi ise zararlı bakterilerin çoğalmasına neden olmalarıdır. Bağırsaktaki zararlı patojen bakteri artışının, pek çok hastalığın oluşumunu kolaylaştırdığı artık tüm yönleriyle bilinmektedir. Antibiyotik kullanımı dışındaki nedenler de bağırsak florasının değişmesine neden olabilir. Bunlar arasında bağırsak iskemisi yani bağırsak dolaşımının bozulması, yemek yememek ve bağışıklık sistemi yetersizliği sayılabilir.Bunlara ek olarak, yıllardır aldığımız besinler bağırsaklarımızda tortulaşmaktadır. Burada biriken toksik maddeler, bağırsak floramızı bozarak, normal görevini yapamaz hale gelmesine neden olurlar. Bağırsak florasının düzenlenmesi ve detoksifikasyonBütün bu bilgilerin ışığı altında şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, barsak florasının tekrar düzenlenerek kabul edilen normal sınırlar içinde tutulması, sağlıklı bir yaşamın olmazsa olmaz kuralıdır. Bu nedenle 35 yaşına gelmiş her insanın, öncelikle yılda bir kez kapsamlı gaita analizi yaptırarak, bağırsak florasının durumunu görmesi gerekir.Bağırsak florasını düzenleyen ve toksinlerden arındıran en etkin tedavi şekli, kolon hidroterapi yöntemidir.Besin yoluyla yararlı bakterilerin yani probiyotik katkıların alınması, flora bozukluğunun olumsuz etkilerinden kaçınmak ve normal dengenin düzeltilmesine yardımcı olmak açısından faydalı olmaktadır.  Bu açıdan bakıldığında probiyotikler çok önemlidir. Ayrıca prebiyotik olarak adlandırılan, bakteri içermeyen ama yararlı bakterilerin çoğalmasına yardımcı olan beslenme katkı maddelerinin de faydalı olduğu iddia edilmektedir.
Sağlık Köşesi
Detoksifikasyon Nedir? Neden Gereklidir?
Detoksifikasyon organizmanın kendisine zararlı olan toksik maddelerden arınması anlamına gelir. Vücudumuz terleme, idrar yapma, dışkılama, solunum ve safra oluşumu ile bedende normal metabolizma  süreçleri sonucu oluşan toksinlerden arınmaktadır. Normal metabolik faaliyetleri sonucu  oluşan toksik ürünlerden başka vücudumuzun karşılaştığı ruhsal ve fiziksel stresler, çeşitli enfeksiyonlarla mücadele sonrası oluşan zararlı metabolitler de böbrekler, karaciğer, akciğer ve deri gibi birçok organın ortak çabası ile vücuttan uzaklaştırılmaktadır.Şu veya bu şekilde bedenimizi kirleten çevresel toksinleri gideren detoksifiye edici yöntemleri (detoks kürleri) ve araçları kullanmamız sağlıklı ve uzun bir yaşam için gereklidir.Vücudumuza zarar veren bu maddeler; dokularımızın, organlarımızın, hücrelerimizin ve hücre içi organellerin başlıca düşmanlarıdır.Çevremizin ve bedenimizin ürettiği toksinlere karşı detoks sistemlerimizin yetersiz kalması halinde toksin yükümüz artar, yorgunluk, güçsüzlük, bitkinlik, kendini iyi hissetmeme, aşırı uyku ya da uykusuzluk, kas ve eklemlerde gerginlik, ağrı ve güçsüzlük, sinirlilik, bunaltı hissi gibi birçok sağlık sorunu ortaya çıkar.Aslında, vücudumuz terleme, idrar yapma, dışkılama, solunum ve safra oluşumu ile bedende normal metabolizma süreçleri sonucu oluşan toksinlerden korunmayı çok iyi bilmektedir. Bedenimizin normal metabolik faaliyetleri ile oluşan toksik ürünlerden başka karşılaştığı çeşitli ruhsal ve fiziksel stresler, çeşitli enfeksiyonlarla mücadele faaliyetleri sonrası oluşan zararlı atıklar da; böbrekler, karaciğer, akciğer ve deri gibi birçok organın ortak çabası ile vücuttan uzaklaştırılmaktadır.Her yıl insanlar, topraktan, sudan, soludukları havadan ve aldıkları gıdalardan binlerce kimyasal toksik ve zehirleyici maddelerin etkisi altında kalmaktadırlar. Bu zehirleyici maddeler insan organizmasında, beden direncinin azalması veya yok olması, hormonsal dengesizlikleri, sinir sistemi bozuklukları veya direnç kaybı, fizyolojik dengesizlikler ve hatta geriye dönüşü olmayan hastalıklar (kanser)  gibi çok çeşitli ve farklı belirtilerle kendilerini gösterirler.Bilinçli olmamıza rağmen çoğu kez günlük aldığımız gıdanın yüzde on'u kadar olması gereken hayvansal proteini daha fazla tükettiğimiz gibi bunun yanında kafein, alkol, yağlar, bilinçsizce kullanılan ilaçlar, özellikle antibiyotikler ve bedene dışarıdan sokulan diğer sağlıksız ürünlerin çokça kullanılmaları, yaşamın ileri dönemlerinde kalp-damar problemleri, artiritis denen eklem hastalıkları, aşırı kilo, diyabet gibi baş edilmesi zor olan birçok sorunlarla bizi karşı karşıya bırakabilir. Birkaç tanesini saydığımız bu zararlıların, organizmadaki hücre fonksiyonlarını yavaşlattıkları hatta çalıştırmadıkları bilinmektedir.Bedenin Detoksifikasyon ile öncelikle hücre sağlığını kazanmak amaçlanır. Yıllardır aldığımız besinler bağırsaklarımızda yığımlanmaktadır. Yukarıda tanımlamaya çalıştığımız toksik maddeler bağırsak floramızı bozarak bağırsaklarımızın normal görevini yapamaz hale gelmesine neden olmaktadır.Doğal olarak beden kendisine zararlı olan toksinleri karaciğer, böbrekler, idrar, dışkı, solunum yolu ve ter ile deriden atarak temizler ve kendisini arındırır.Ancak özellikle ikinci Dünya Savaşı sonrası endüstrinin giderek gelişmesi ve sanayi kuruluşlarının yaygınlaşmasıyla beraber gelen petrol-kimyasal devrim, toksinlerin, insan metabolizmasının kendini temizleme sürecinden çok daha hızlı yığımlanmalarına yol açmış ve organizma kendi kendini temizleyemez hale gelmiştir.Çağımızda özellikle metropollerde yaşayan insanlar endüstriyel kimyasallar, pestisit diye tanımlanan tarımda kullanılan zehirli maddeler, elektromanyetik kirlenme, gıda katkı maddeleri, yanlış beslenmeden kaynaklanan aşırı asit birikimi, ağır metaller, anestezik maddelerin ve özellikle bilinçsizce kullanılan ilaçların kimyasal kalıntıları, toplumca legal kabul edilen drogların ( alkol, tütün, kafein ) kalıntılarıyla beraber illegal drogların (eroin, kokain v.s. gibi) kalıntıları, ruhsal dünyamızda yaşanılan sorunların ağır yükünden oluşan çok karmaşık bir kokteylin etkisi altında yaşamlarını sürdürme çabası içindedirler.Metropollerdeki standardın üzerindeki hava kirliliği, çevre kirliliği nedeniyle içme sularında kurşun, cıva gibi ağır metallerle beraber yedi yüze yakın yabancı maddenin aşırı oranda bulunmasıyla beraber onbin'e yakın solvent, emülsifer, gıdalardaki koruyucu katkı maddelerini bedenimizde yıllarca taşımaktayız.Bununla beraber özellikle ülkemizde çoğu gıda maddesi üzerinde maalesef içeriğinin yazmaması durumu daha da ağırlaştırdığı gibi özel besi çiftliklerinde yetiştirilen kanatlılar, balıklar ve diğer canlılarında kimyasal katkılarla beslendiklerini unutmamak gerekir.Diğer taraftan dünya denizlerinin sanayi nedeniyle giderek kirlenmesi, bunun ülkemizde de özellikle Karadeniz’den gelen sanayi atıklarının Marmara denizini ve dolayısıyla boğazları ve kuzey Ege denizini de ciddi şekilde tehdit ettiğini ve buralardan elde edilen besinlerinde yoğun olarak tüketildiğinde düşünecek olursak bedenimizde, organizmamızdaki toksik maddelerin ne denli yoğunlaştığı hakkında ciddi endişelerin oluşacağı bir gerçektir.Gerek havadan, gerek yediğimiz ve içtiğimiz maddelerden aldığımız toksik maddeler zincirine tüm petrol ürünü yakıtların atıklarını, evlerde kullanılan temizleyicileri, kuru temizleme maddelerini eklemeyi de unutmamak gerekir.Dünyamız kirlendikçe bedenimiz bir filtre gibi bu kirlilikleri süzmekte ve bu toksinler bizim fizyolojik fonksiyonlarımızı bozmaktadır. Gerek aldığımız gıdalardaki kimyasallar, içtiğimiz sudaki zararlılar ve bunların yanı sıra yaşadığımız iç ve dış mekânlardaki elektronik ve kimyasal toksinler sürekli olarak bedenimizde süzülerek yığımlanırlar.Günümüzde bilinen bir gerçek ise bu biyo-akümülasyonun ( bedenimizde yığımlanan yabancı maddeler ) ciddi bir şekilde gerek fizyolojik, gerekse psikolojik sağlığımızı tehdit ettiğidir. Yıllardır bu konu üzerinde yapılan çalışmalarda, sağlıklı bir bağışıklık sisteminin ve bununla beraber doğru çalışan eliminasyon sistemlerinin gerek sinirsel gerekse fizyolojik ve psikolojik olarak insanın dışarıdan gelen bu toksinlere karşı daha dayanıklı olduğu ortaya konmuştur.Dolayısıyla sağlıklı ve dinç bir yaşam için bedene dışarıdan bilinçli bir şekilde yardım etmek ve organizmadan toksinlerin atılmasını sağlamak gerekir.Çevre kirliliği ve elektrosmog sağlığımızı tehdit eden önemli bir sorundur!Elektrosmogun insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileriÇevrenin kirletilmesinin yoğun eleştirilere sebep olduğu günümüzde, elektromagnetik çevre kirlenmesi artan radyo ve TV kanalları ve cep telefonları nedeniyle gündeme gelmiştir. Elektromagnetik alanlar (EMA) insan organizmasında büyük ölçüde karışıklığa sebep olabilirler. İnsan sinir sistemi 500.000 km uzunluğu, 25 milyar sinir hücresi ile dev bir elektriksel donanıma sahip muazzam bir elektronik sistemdir.Bedeni fonksiyonların hepsi 1–250 mikro volt arası çok küçük gerilimli elektrik uyarıları ile devam eder. EMA’nın dışarıdan bu hassas sisteme tesir etmesi durumunda, doğal sirkülâsyon zarar görebilir. Dolaşım sistemi ve sinir sisteminde buna bağlı bozukluklar ortaya çıkabilir. Vücudun bağışıklık sisteminin sürekli zayıflamasının “ kanseri artıran bir etki”yapacağı da artık tıp tarafından kabul edilmiş bir konudur.EMA’nın iki tür biyolojik etkisi vardır. Birinci kısım kısa zamanda hissedilen etkiler diyebileceğimiz baş ağrıları, göz yanmaları, yorgunluk, halsizlik ve baş dönmeleri gibi şikâyetlerdir. Ayrıca gece uykusuzlukları, gündüz uykulu dolaşım, küskünlük ve sürekli rahatsızlık nedeniyle topluma katılmamak gibi neticeler de literatürde rapor edilmiştir. Diğer bir etki ise moleküller ve kimyasal bağlara, hücre yapısına vücut koruma sistemine yaptığı ve uzun sürede ortay çıkabilen etkilerdir.Detoksifikasyon nasıl yapılır?Detoksifikasyon olarak adlandırılan bu işlem, birkaç yönlü olarak düşünülmelidir. Bunlar;* Özel diyetlerle vücudu arındırma ve belli sürelerde doktor kontrolünde su,* Nöralterapi* Manyetik Alan tedavisi* Ortomolekülar Tip* Sebze suyu ve meyve suyu rejimleri,* Vücudu toksinlerden arındıran ve temizlenmesine yardımcı olan bazı vitamin ve aminoasitler* Biofoton terapi* Bitki çayları ve bitki rejimleri,* Şelasyon tedavileri,* Homeopatik tedaviler,* Yosun banyoları,* Sauna, hamam, kaplıca veya hipertermik seanslar (terleme)* Kolon temizleme ( Kolon hidro terapi)* Ozon uygulamalarıdır.Her 35 yaşına gelmiş insanın yılda bir kez kapsamlı gaita analizi yaptırarak bağırsak florasının durumunu görmesi son derce önemlidir. Bağırsak florasının düzenlenmesiyle toksinlerden arınmış bedenin regülâsyon kapasitesi artacaktır. Daha duru ve süratli düşünecek, unutkanlıklardan arınacak, stres'e karşı toleransı artacak ve daha az sinirleneceği gibi aynı zamanda bağışıklık düzeyi yükseleceğinden daha az hastalanacak, enfeksiyonlara direnç gösterecek, daha verimli, daha sağlıklı ve sorunsuz bir yaşam sürdürecektir.Her birey bir diğerine göre farklı bir yapıya sahip olduğundan hastalıklara ve diğer dış etkenlere nasıl farklı reaksiyonlar veriyorsa toksinlere karşıda kişiler farklı reaksiyonlar verebilirler. Bazılarının bedenleri toksinleri daha kolay elimine etme özelliğine sahipken bazılarının metabolizmaları bu fonksiyonları yerine getirmekte istenilen duyarlılığı gösteremez. Bu nedenlerle kişinin bedeninin ne zaman detoksifiye edilmesinin gerekliliği kişinin metabolizmasına bağlıdır.Bununla beraber unutmamak gerekir ki buradaki diğer önemli faktör metabolizmadaki toksinlerin seviyesidir.
Sağlık Köşesi
Diyette Yapılan Yanlışlıklar
Havaların ısınmaya başlaması ile birlikte deniz ve güneş mevsiminin de açılmasına da sayılı günler kaldı. Tatil öncesi kışın aldığımız kilolardan kurtulmak sağlığımızı tehlikeye sokacak şok ve tek gıda diyetlerinden uzak durmamız gerekiyor. Yanlış diyet sonrasında vücudumuzda bazen tamir edilmeyecek hasarlar ve hastalıklar ortaya çıkabiliyor. İşte bunların en önemli 10 tanesi ;“Tek gıda diyeti kas erimesini başlatır”Çok düşük kalorili veya çok düşük karbonhidrat içeren diyetlerden mutlaka uzak durulması gerektiği “Bu diyetlerde vücutta bulunan glikojeni ( glukoz deposu gibi düşünülebilir) hemen kullanır. Vücuda gerekli olan glukozu vücut değişik yollardan elde etmeye başlar. Eğer dışarıdan yeteri kadar protein alınmıyorsa vücut kendi proteinlerini kullanmaya başlar. Yani kas erimesi başlar. Yıkım gerçekleşir. Glikojen ve proteinler beraberinde su taşırlar, bunların yıkılması ile su ortaya çıkar ve idrarla atılır, idrar miktarı artar. Su kaybından dolayı bu gibi diyette olanlarda başlangıçta hızlı bir kilo kaybı görülür. Hatta bu diyeti uygulayanlar sıklıkla beraberinde bitki çayları da kullandıklarından bunların idrar söktürücüler etkileri nedeniyle su kayıpları daha da artabilir. Ancak sonrası kişinin vücudunda tamir edilemeyecek hasarlar bırakabilir” dedi.Yanlış diyetin neden olduğu hastalıklarVücutta yağların aşırı kullanımı ile aşırı zararlı asit üretimi oluşur. Hastanın iştahı azalır bazen bulantı başlayabilir, ileri yaştaki veya kronik hastalığı olan gruptaki hastaların hasteneye kaldırılmasına neden olabilir.Kadınlarda adet kesilmelerine- veya düzensizliğine neden olabilir .Vücutta üretilen zararlı asit özellikle menapoz dönemindeki kadınlarda kemik erimesine neden olabilirÜrik asidi yüksek olan hastalarda gut krizleri ( şiddetli eklem ağrısı) oluşabilirPotasyum ve diğer minerallerde dengesizliğe neden olarak en hafifinden halsizliğe daha ileri boyutlarda ritm bozukluğu ve ölüme kadar götürebilirKanda kolesterol ve trigliserit yükselebilir, koroner kalp hastalıkları, inme, periferik damar hastalıklarına meyil oluşabilirKarbonhidratı iyice kısıtlanmış- proteini serbest diyetlerde ( Atkin's diyeti gibi) fazla protein böbrekler için bir yük oluşturabilir. Yatkın insanlarda böbrek taşları oluşabilirAncak ileri obez hastalarda karbonhidratı kısıtlı diyetler insülin direncini düşürmek ve kilo vermeyi hızlandırmak yönünden faydalı olabilirLiften zengin gıdaları yemek tavsiye edilir çünkü lifler sindirilmez ve kalori vermez. Lifli gıdalar genellikle çiğnenerek ve daha yavaş yenir. Midede gerginlik oluşturur ve tokluk hissine katkıda bulunur. Barsak hareketliliğini sağlar-kabızlığı önler. Ancak aşırı lif , barsakta gaz, barsak krampları, karın şişliği yapabilir. Liften ve posadan zengin yiyecekler kalsiyum, demir ve diğer minerallerin eksikliğine neden olabilir. Bu nedenle aşırı liften kaçınmak gerekirAşırı diyet hevesi olan genç kızlarda vücut görünümü ile aşırı ilgilenmek psikolojik bozukluklara ve algı problemlerine neden olabilir. Anoreksi nervosa denilen ciddi bir hastalığa neden olabilir.Bütün bu yanlış yollara sapmamak için beslenme ve tedavi protokolünün uzman bir doktor kontrolünde ve sabırla götürülmesinde fayda vardır. Hızla kilo verdirdiğini iddia eden magazin diyetlerinden uzak durmak gerekmektedir.
Sağlık Köşesi
Moraterapi ( Biorezonans ) ile Detox
MORA-Terapi ile DETOX a katkı…Mora-Terapi’nin ana kullanım alanının sigara bırakma olmadığını bilmelisiniz. Sigara bırakmak için MORA-Terapi uygulamasının da, aslında detoks-temizlenme amacıyla yapıldığını hatırlamak istiyoruz.  Aşağıda vücudumuzdaki ağır metal ve çevresel toksin birikimleriyle ilgili kısa bir açıklama bulacaksınız. Eğer konuyla ilgileniyorsanız vücudunuzdaki toksik birikimi azaltmak için MORA-Terapi seansları ve bunun yanında  size önereceğimiz diğer destekler için lütfen bizimle iletişime geçiniz.ÇEVRESEL TOKSİNLERE KARŞI MORA-TerapiÇevresel toksinler dediğimizde zehirli olduğunu  bile bile sanayide kullandığımız ve çevresel kirlilik yoluyla bize ulaşan maddelerden, tarım ilaçlarından, böcek öldürücülerinden, hormonlardan, az miktarlarda olsa da günlük hayatımızda an be an devamlı karşılaştığımız maddelerden bahsediyoruz. Çevresel toksinler aynı ağır metaller gibi yağ dokusunda yerleşiyor ve özellikle beyin üzerinde yıkıcı etkileri bulunuyor. Dioksin, Lindan, Isocyanat ve diğer bilinen onlarca çok zehirli madde hepimizin vücutlarında az ya da çok bulunuyor ve bundan dolayıdır ki kronik hastalıklar eskisine nazaran çok daha fazla görülüyor. Bu toksik maddelerin çoğu vücudumuzda estrojen hormonuna benzer şekilde davranıyor ve hepimizde az ya da çok hormonal bozukluklar yaratıyor.   AĞIR METALLERE KARŞI MORA-TerapiCiva / Amalgam (Siyah) Dolgular: Çevresel kirlilik arttıkça daha fazla civaya maruz kalıyoruz ve bu durum sağlığımız için ciddi bir risk oluşturuyor. Tıpta ilerlemeler arttıkça vücuttaki civa birikiminin birbirinden bağımsızmış gibi duran birçok kronik hastalığın asıl sebebi olabileceğini öğreniyoruz. Civa vücudumuzda yağ dokusunda birikiyor ve yağ dokusunun ise sinir sisteminin, beynin, böbreklerin, akciğerlerin, salgı bezlerinin ve diğer birçok önemli organın yapıtaşı olduğunu hatırlamak gerekiyor. Birçok kişide civa birikiminde önemli bir faktör dişlerdeki amalgam dolgular. Diş dolgusu olarak kullanılan amalgam civalı bir bileşiktir. İçeriğinde civa, gümüş ve diğer bazı  metaller bulunur. Ağız içinde farklı içeriklerdeki amalgam dolguların bulunması ve bazen tek bir amalgam dolgunun varlığında bile “ağız içi pil” denilen elektriksel aktiviteyle karşılaşılabilinir. Ağız içinden milivolt ve mikroamper cinsinden ölçülen bu aktivite amalgamdan iyonlaşmanın yani civa salınımının göstergesidir. Bu ölçüm MORA cihazıyla kolaylıkla yapılabilmektedir. Vücudunuzun devamlı surette maruz kaldığı bu Civa yükü sağlığınızla ilgili birçok problemin kaynağı olabilir. Kurşun: Vücutta yerleşen yerleşen bir diğer önemli ağır metaldir. Yağ dokusunda birikir. Civa gibi birçok farklı organ sistemi üzerinde problemler yaratır. Duygu durumda bozulmalar, hatırlama güçlükleri, depresyon eğilimi ve psikiyatrik problemler ve kronik yorgunluk hali, genel halsizlikler da duruma göre az ya da çok kurşun birikimiyle de ilişkilidir. Kurşun soluduğumuz havadan, içtiğimiz sudan, yediğimiz sebzelerden ve diğer besinlerden vücudumuza girmektedir.  Cadmiyum: Pilerin içerisinde olan, otomativ ve diğer sanayide kullanılan ve çevresel kirlilik sonucu vücudumuzda biriken bir ağır metaldir. Sigaranın içinde de Cadmiyum bulunur. Diğer ağır metallere benzer şekilde çinko ve selenyum gibi iyi metallerin emilimini azaltır. Çinkonun bağışıklık sistemimiz için çok önemli olduğunu, selenyumun ise bizi kanser gibi kronik hastalıklardan koruduğunu bilmemiz önemlidir.  Ne Yapmalı: Yapacağımız görüşme sonrası ve yapılacak detaylı anemnez ve kinezyolojik muayeneden sonra ortalama 4-6 seanslık MORA-Terapi programı ve beraberinde önereceğimiz bazı bitkisel destekler için lütfen iletişime geçiniz.
Sağlık Köşesi
Spor Yaparken Sağlığınızı Kaybetmeyin
Spor ya da egzersiz yaparken vücudunuzdaki yumuşak dokulara zarar verebilirsiniz. Günlük hayatımızda yaptığımız bazı basit hareketler bile bağ dokuları, kas ve tendonlara zarar verebiliyor. En yaygın görülen yumuşak doku yaralanmaları; burkulma, adale ve tendon zorlanmaları, ezilmeler, tendinit, bursit ve stres sakatlanmalarıdır.BurkulmalarVücudumuzdaki eklemler, bağlar tarafından desteklenir. Burkulma, bir bağın gerilmesi veya yırtılmasıdır. Vücudumuzun burkulmaya en açık ve savunmasız kısımları ayak bilekleri, dizler ve el bilekleridir. Ayağınız içe doğru döndüğünde ayak bileğiniz burkulabilir. Diz burkulması ise ani bir dönme hareketinin sonucunda oluşabilir. El bileği burkulmaları ise genellikle açık elin üzerine düşülmesi sonucunda oluşur. Hafif burkulmalar genelde istirahat, buz tedavisi, bandaj tedavisi, burkulan kısmın yukarı bir seviyede tutulması ve egzersiz ile iyileşir. Orta dereceli burkulmalarda alçılama gibi destek tedaviler gerekebilir. Şiddetli burkulma vakalarında ise yırtılan bağı onarmak için cerrahi gerekebilir.Adale ve Tendon ZorlanmalarıKemikleriniz, kas ve tendonlarla desteklenir. Tendonlar, kasları kemiklere bağlar. İncinme, genellikle ayakta ya da bacakta oluşan bir kas ya da tendon hasarı sonucu ortaya çıkar.Bu zedelenme kas veya tendonlarda oluşan basit bir gerilmeden ibaret olabileceği gibi, kas ve tendon bileşkelerinde oluşan tam veya kısmi bir yırtılma da olabilir. Zorlanmaların tedavisi istirahat, buz tedavisi, bandaj tedavisi, burkulan kısmın yukarı bir seviyede tutulması şeklindedir. Ağrının azaltılması ve hareketliliğin tekrar kazanılması amacıyla ilk tedaviyi takiben bazı basit egzersizler başlanmalıdır. Ciddi kas ya da tendon yırtılma vakalarında cerrahi gerekebilir.EzilmelerEzilme, kas, tendon ya da bağa gelen bir darbe sonucunda oluşur. Kan, hasar görmüş kısmın çevresinde toplanarak cildinizin morarmasına sebep olur. Genelde ezilme vakaları hafif vakalardır ve istirahat, buz uygulaması, bandaj tedavisi ve hasar görmüş bölgenin yukarı bir seviyede tutulmasıyla iyileşir. Şikayetler devam ederse hasarın kalıcı olmasını engellemek için medikal tedavi gerekli olabilir.TendinitEnflamasyon, vücudun bir yaralanmayı iyileştirmek için gösterdiği bir cevaptır ve genellikle şişlik, ısı artışı, kızarıklık ve ağrıyla beraber seyreder. Bir tendonda ya da tendon kılıfında meydana gelen enflamasyona tendinit denir. Tendinit, genellikle tek bir yaralanma sonucunda değil de, üst üste tekrarlanan ve tendonu zorlayan hareketler sonucunda oluşur. Profesyonel yüzücüler, tenis oyuncuları ve golfçuların omuz ve kolları; futbolcular, basketbolcular, koşucular ve dansçıların ayak ve bacakları tendinit oluşumuna yatkındırlar. Tendinit, istirahat, antienflamatuar ilaçlar, steroid enjeksiyonları, atele alma ve kas dengesizliğini düzeltmeye ve esnekliği arttırmaya yönelik egzersizlerle tedavi edilebilir. Enflamasyonun devam etmesi ileride cerrahi müdahale gerektirecek şekilde tendonun zarar görmesine neden olabilir.BursitBursa, içi sıvıyla dolu bir kesedir. Kemik ile tendon ya da kas arasında bir yerde bulunur ve tendonun kemiğin üstünden yumuşakça kaymasına izin verir. Aşırı kullanım ya da tekrarlayan stres sonucu omuz, dirsek, kalça, diz veya ayak bileğinizdeki bursalar şişebilir. Bu şişme ve tahriş olma durumuna bursit denir ve birçok kişide tendinit ile beraber görülür. Bursit genellikle istirahat ve antienflamatuar ilaç tedavisiyle geçer. İnatçı vakalarda enflamasyonu azaltmak için bursa içine ilaçta enjekte edilebilir.Stres KırıklarıKemiklerinizden birine aşırı kullanım sonucunda fazla yük bindiğinde, kemikte küçük kırıklar oluşabilir. Bu duruma “stres kırığı” adı verilir. Erken dönemde buna bağlı olarak kırık bölgesinde ağrı ve şişlik semptomları oluşabilir. Özellikle alt bacak ve ayak kemikleri bu durumun oluşmasına elverişli bölgelerdir. Kırık, rutin bir röntgen çekimiyle saptanamayabilir ve teşhis için kemik sintigrafisi gerekebilir. İstirahat, aktivite kısıtlaması veya değişikliği, alçılama ve nadiren de cerrahi ile tedavi edilir.Uygun Bakım / İyi BakımSürekli spor yapan kişilerin kendi vücut sinyallerine çok dikkat etmesi gerekir. Yorgunluk ve ağrı genellikle vücuda çok fazla yüklendiğinin bir işaretidir. Spordan önce mutlaka esneme hareketleri yapılmalı ve çok yorulmadan önce spor sonlandırılmalıdır. Stres yaralanmaları kas dengesinin iyi olmamasından, yeterince esnek olmamaktan ya da daha önceki yaralanmalar sonucu yumuşak dokuların zayıflamış olmasından kaynaklanabilir. Bağlarda, kaslarda ve tendonlarda meydana gelen yaralanmaların iyileşmesi uygun tedavi yapılsa bile uzun zaman alabilir. Yumuşak doku ve kemik yaralanmalarının tedavisi için mutlaka bir ortopedik cerraha başvurulması gereklidir. Uzmanlar sorunu tedavi etmenin yanı sıra eklemlerin eski işlevini geri kazanmasına yönelik bir egzersiz veya rehabilitasyon programı da önerebilir.
Sağlık Köşesi
Şelaşyon Tedavisi Nedir?
Vücutta biriken toksik minerallerin ve metallerin kuvvetle bağlanarak bağırsaklardan emilmesinin engellenmesine ve vücuttan uzaklaştırılmasına “şelasyon” denir. Şelasyon bedende biriken zehirli mineral ve metallerin atılması amacıyla yapılır. Demir,kurşun,kadmiyum,civa bu yöntemlerle atılabilir. Damar yoluyla EDTA (etilen diamin tetra asetik asit) verilir. Çok kez vitamin B, C, magnezyum ve çinko birlikte verilir. Uygulama haftada 2 defa yapılır ve bu işlem ortalama 2- 3 saat sürer. Ayrıca şelasyon işlemleri ağızdan veya fitil yoluyla da yapılabilir.Şelasyonda Amaç: • Mevcut olan regülasyon bloklarının giderilmesi• Bağdokusu, lenfatik sistemin düzenlenmesi• Regülasyonun sağlanması• Bağırsak florasındaki disfonksiyonların giderilmesi• VSS’in kominikasyon fonksiyonunun sağlanması• Ağır metallerin bedenden uzaklaştırılması• Bedene binen patolojik ve psikolojik yükün giderilmesi• Ortomoleküler tıp açısından takviyelerin yapılması• Daha önce etkili olan metodlarının kişiye özel kombinasyon terapilerinin düzenlenmesi • Tedavinin kişiye özgün düzenlenmesidir.Ağır Metal Zehirlenmesi ve Arınma – Şelasyonun ÖnemiAğır metal kirliliği nedir ve vücudu nasıl etkiler? Ağır metal zehirlenmesi oldukça yeni bir konudur. Tamamlayıcı tıp ile ilgilenen doktorlar insan bedenin ağır metallerden arındırılmasının, diğer bir deyişle “detoksifikasyon işinin” geleceğin tıp alanı olacağını belirtiyorlar. Ağır metaller kurşun, civa, gümüş, kadmiyum, altın, kobalt, kalay gibi elementlerdir. Bütün ağır metaller değişik yollarla (yiyecekler, içme suları, diş dolguları, çevresel kirlilikler, gazlar vs) insan vücuduna alınmaktadır. Ağır metallerin çoğu özel bir destek olmadan vücudun normal ekskresyon yolları ile (böbrek, karaciğer, barsak, akciğer, deri) atılamazlar. En toksik ağır metallerin başında kurşun, kadmiyum, civa ve nikel gelmektedir.Ağır metal zehirlenmeleri arasında en sık rastlananı civa zehirlenmesidir. Diş hekimliğinde kullanılan amalgam tipi dolguların neden olduğu civa ve ağır metal zehirlenmeleri sıkça karşılaştığımız ağır metal zehirlenmelerinin başında gelmektedir. Ancak amalgam tipi dolguların çıkarılması ve uzaklaştırılması, tek başına bedenin civadan arındırılması anlamına gelmiyor. Amalgamın yapısında % 50 oranında civa vardır. Amalgamın geri kalan yapısında yine çok zehirli kalay, bakır ve gümüş gibi ağır metaller bulunur. Amalgam ucuz ve çalışması kolay bir malzeme olduğundan diş hekimliğinde dolgu materyali olarak kullanımı çok yaygındır. Amalgam tipi dolguların yapısında bulunan ağır metaller yoğun çiğneme ile özellikle ekşi ve sıcak yiyeceklerin oluşturduğu galvanik akımlar yoluyla iyonize olarak bedene geçebilmektedir. Amalgam ağır metal kaynakları arasında çok özel bir yere sahiptir. İçerdiği civa ağır metaller arasında özel bir konumu işgal eder: Daha yeni yeni geliştirilen özel boyama yöntemleri ile bedende yığımlanmış olan ağır metallerin vejetatif sinir sistemi (VSS, sempatik sinir sistemi) başta olmak üzere tüm organizma üzerinde olumsuz etkiler yaptığı gösterilmiştir. VSS içine yerleşen ağır metallerin, organizmada kalıcı hasar ve kronik hastalıklar oluşturduğu için bir an önce bedenden uzaklaştırılması gerekmektedir. Şelasyon bu açıdan çok önemlidir.Ancak amalgam tipi dolguların bu zararlı etkilerinden kurtulmak için diş hekimlerine müracaat edildiğinde, bu kez diş hekimlerinin bu dolguları çıkarma işlemleri sırasında ileri derecede dikkat göstermesi gerekir. Çünkü dolgu çıkarılırken amalgamda bulunan civa kolayca inhale edilebilir ve bedende yerleşebilir. Biliyoruz ki inhalasyonla alınan civanın vücutta yarılanma ömrü 18 yıldır. Bu durum hasta için olduğu kadar diş hekimi için de ciddi risk oluşturmaktadır.Kanda ağır metallerin tespit edilememesi vücutta ağır metal depolanması olmadığı anlamına gelmez. Vücudun hemen her hücresinde yerleşebilen ağır metaller ancak bulundukları yerden mobilize edildiklerinde, özellikle de hücre içinde hücre dışına çıkarıldıklarında kanda saptanabilir hale gelirler. Şelasyon tedavisi, nöralterapi ile kombine edildiğinde hücre içinde ve özellikle beyinde mevcut olan ağır metalleri yerinden mobilize ederek bağ dokusuna ve kana geçmesini sağlamak mümkündür. Nöralterapi yaklaşımında ağır metallerin akümüle olduğu segmentlerin kanlanmasını artırmak ve lenfatik sistemi düzenlemek mutlaka yapılması gereken bir uygulamadır. Ağır metaller vücutta bütün dokularda birikmektedir. Yalnızca, beyin, sindirim sistemi organları ve böbrekler değil, çene kemiğinde bile depolanmaktadırlar. Ağır metallerin organ konsantrasyonları yıllarca herhangi bir değişiklik göstermeden yüksek konsantrasyonda kalabilir ve pek çok patolojik durumun oluşmasına neden olabilir. Vücudun tek başına ağır metalleri uzaklaştırma yeteneği bulunmadığı için, ağır metalleri elimine etmek için yardıma ihtiyaç duyar. VSS ağır metalle yüklendikten sonra, kronik ağrı oluşmasının temeli de atılmış olur. Kronik ağrı ile seyreden hastalıkların patogenezinde ağır metal ve toksinlerin yalnızca vücudun değişik organlarında birikmesi değil, VSS’de birikmesi de önemli bir rol almaktadır. VSS hasar görmeden kronik ağrı ile seyreden hastalıklar yerleşmez. VSS, temel madde içinde serbest sonlanan sinir uçlarıyla beslenmektedir. Burada birikmiş olan ağır metaller serbest sinir uçları üzerinden sinir sistemine girerek beyine kadar taşınabilirler. Ağır metallerin VSS içine yerleşmesi ile VSS artık immün sistemi de uyaramaz hale gelir. VSS’de depolanan ağır metaller, DNA replikasyonu olumsuz etkileyerek pek çok hastalığın kolaylıkla oluşması ve kronikleşmesine yardımcı olurlar. Yani VSS’de akümüle olan ağır metaller insan DNA’sında değişimlere sebep olur. Ayrıca parazitler (virüs, bakteri ve mantar sporları) gibi zararlı mikro organizmalar da ağır metallerle yüklenmiş VSS’ne kolayca yerleşir ve bedende rahatça yayılırlar. VSS içine depolanmış ağır metaller bedene dışarıdan gelen mikro organizmalara karşı VSS’yi savunmasız hale getirir. Civa ve kalay otonom sinir lifleri içine girdikleri gibi, VSS’nin transport özelliğini hasara uğratarak bedenin savunma sistemini çökertirler. Bu açıdan bakıldığında civa ve kalayın bir an önce bedenden uzaklaştırılması olası kronik hastalıkların oluşmasını önleme açısından büyük öneme sahiptir. Amalgamın neden olduğu civa ile zehirlenmiş sinir lifleri hala fonksiyonel olabilir ancak fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremezler. Bu gerçeği şöyle özetleyebiliriz: ağır metaller VSS’ni paralize ederek bu sistemi fonksiyonlarını yapamaz hale getirebilir. VSS’in ağır metallerle zehirlenmesi sonucunda, beden kendisine verilen uyarılara ve tedavi seçeneklerine gerekli yanıtı veremez. Bu durumda VSS fizyoterapi, akupunktur, psikoterapi, biyorezons, masaj ve elektrik stimülasyon gibi otonom sinir sistemi yanıtı üzerinde işlem yapan uyaranlara karşı da cevap veremez hale gelir. VSS’nin uyarı terapilerine tekrar yanıt verebilmesi için nöralterapi ile birlikte şelasyon tedavisi uygulayarak bedeni ağır metallerden arındırmak öncelikle yapılması gereken işlem olmalıdır. Tüm bu toksinlerin etkisi otonom sinir sistemi üzerinde olduğundan VSS’ini bahsedilen tedavi yöntemleri ile rahatlatmak ve ağır metallerin oradan uzaklaştırılmasını sağlamak, regülasyon sağlamaya yönelik bir işlemdir.  Eğer sistem VSS içine yerleşmiş olan ağır metallerden dolayı bloke olmuşsa o zaman terapilere yanıt vermediği gibi beden durağan hale gelmiş, VSS’in bloke olması ile kronik ağrıların yerleşmesi için kapı açılmış demektir. VSS’in bloke olmasıyla birlikte antikor oluşumu engellenir ve vücudun immun sistemi ileri derecede bozulur.  Pek çok kronik hastalık çeşitli ağır metal kirliliği sonucu oluşabilir. Ağır metal kaynaklı hastalıklar arasında: nörolojik bozukluklar (depresyon, migren, Alzheimer, Parkinson, multipl skleroz, vb) organik hastalıklar (böbrek hastalığı, alerji, egzama, astım, vb), otoimmün hastalıklar (ülseratif kolit, Crohn hastalığı, romatizma, vb) sayılabilir.Aşağıdaki belirtiler civa zehirlenmesinin bir işareti olabilir: • Uykusuzluk, sinirlilik • Konsantrasyon bozukluğu, yorgunluk, halsizlik • Sindirim sistemi problemleri• Diş eti hastalıkları • Kronik eklem sorunları • Kas ağrısı ve çok daha fazlası.Başlangıçta çoğu kişi ağır metallerden kaynaklanan toksik yüklenmenin ve diğer deyişle zehirlenme belirtilerinin farkında olamamaktadır. Ancak bu yüklenme belli bir eşik değerin üzerine çıktığında ve ilgili organa ait şikayetler belirdiğinde hasta, belirtinin ortaya çıktığı organ ile ilgili bir hekime başvurmaktadır. Klasik bir hekim tarafından değerlendirilen hastalarda genellikle şikayetlere ve organa özgü tedaviler yapılmakta, çoğu kez bu sorun ve belirtilerin bir ağır metal zehirlenmesinden kaynaklı olabileceği akla gelmemektedir. Bu durum gereksiz pekçok tetkik ve tedavinin yapılmasına neden olmakta, buna karşın iyileşme elde edemeyen hasta sorunları ile başbaşa kalmaktadır. Bu durumda, civa ve diğer kirletici maddeler bedenin her yerine yerleşecek ve yığımlanacak özelliğe sahip oldukları için başta bağ dokusu, merkezi sinir sistemi, hücre içi olmak üzere bütün organlarda miktarları daha da yüksek düzeye çıkacaktır.Ağır metal yüklenmesinden kaynaklanan semptomların listesi oldukça uzundur: alerji, kronik yorgunluk, depresyon, eklem ağrısı, baş ağrısı ve kronik hastalıklar.... Toksinlerin miktarı vücudun kendisini arındırma kapasitesinin üzerine çıkmış, toksinlerin atılımı yavaşlamış ve vücutta ciddi anlamda birikim meydana gelmiştir. Amalgam dolgusu olan hastalardan amalgamlar çıkarıldığında, eğer kanda ve idrarda ağır metaller tespit edilmezse artık bedende civanın olmadığı sanılır. Bu doğru değildir. Üstelik biorezonans yöntemi ve homeopatik ilaçların kullanımı da tek başına yeterli değildir. Çünkü bu yöntemler, hücre zarının geçirgenliğini artırarak civanın hücre zarının iki tarafına da geçişini artırır ve hücre içinde civanın daha da birikimine neden olurlar. Bu durumda kandaki civa miktarı düşük olarak bulunabilir. Bu nedenle amalgamın dişlerden çıkarılması ile birlikte yalnızca biyorezonans ve homeopatik tedaviler yeterli olmaz. Hücre içerisinden bu toksik maddeleri dışarı çıkararak onları elimine edecek daha etkin yöntemlerin uygulanması gerekir. Doğru ve etkili şelasyon tedavisi, ağır metallerden kaynaklanan sorunların giderilmesi için çok önemlidir. Klasik anlamda yapılan şelasyon tedavisi, Damar yoluyla EDTA (etilen diamin tetra asetik asit) ile birlikte çoğu kez vitamin B, C, magnezyum ve çinko verilmesine dayanır. Uygulama haftada 2 defa yapılır ve bu işlem ortalama 2- 3 saat sürer. Nadiren şelasyon işlemleri ağızdan veya fitil yoluyla da yapılabilirse de başarı şansı damardan olan kadar etkili değildir. Bununla beraber, IV yolla yapılan şelasyon tedavisi daha çok akut toksikasyonlara yöneliktir ve agresif bir tedavi olduğu için vücut için gerekli minerallerin de bağlanarak vücuttan atılmasına sebep olabilir.Ancak bilinmelidir ki, klasik anlamda yapılan bu şelasyon tedavisi istenilen sonucu vermekten çok uzaktır. Bu pencereden bakıldığından Dr . Herget , Dr Klinghardt ve Dr. Nazlıkul’un geliştirdikleri şelasyon kombinasyonu gerçek detoksu sağlamak açısından çok önemlidir. Ağır metallerin yerlerinden mobilize edilmesi, bağlanması ve atılması için önerilen medikal desteğin yanı sıra kişiye özgün beslenme yanında lenfatik sistemin ve bağ dokusunun regülasyonu için nöralterapi uygulamaları mutlaka doğru şekilde kombine edilmelidir. Bu birleşim terapisinin arkasında yılların deneyimi ve birikimi söz konusudur. Şelasyon terapisi konusunda uzman kişiler tarafından yürütülmelidir.Dr. Herget, Dr. Klinghart ve Dr. Nazlıkul’un çalışmaları, gerek hücre içine yerleşmiş olan ve gerekse bağ dokusunda depolanmış olan ağır metallerin bulundukları yerden kolayca mobilize edilmesi ve daha sonra bedenden uzaklaştırılması için çok önemli gelişmeler sağlamıştır. Araştırmacılar, ağır metalleri bağlayarak (şelasyon) vücuttan atabilecek yöntemleri geliştirmişlerdir. Dr. Herget, Dr. Klinghart ve Dr. Nazlıkul’un geliştirdikleri şelasyon tedavisinde 3 temel preparat kullanılır:1. Chlorella,  2. Koriander,   3. BarlauchVÜCUDUMUZU ZEHİRLEYEN AĞIR METALLER1-KurşunTrafik kirliliği,petrol, sigara kalemler saç boyaları,akü imalatıyla vücuda geçer. Sinir sistemine zihin ve kemik sağlığına zarar verir Kalsiyum,çinko,aljinik asit, B1 ,B 6 ve C vitaminleri bu zararlı etkileri azaltabilir2-KadmiyumKonserveler, sigara dumanı, deterjanlar, eve yeni alınan halılar ve tarımsal gübrelerle vücuda girer. Böbrek,sinir sistemi,kemikler ve solunum sistemine zarar verir. Tansiyonu yükseltir. Kurtulmak için A, C ve E vitaminleri , kalsiyum selenyum, alginik asidin yanı sıra soğan sarımsak ve pırasa kullanılabilir.3-AlüminyumBazı diş macunları,yemek saklama kapları,mide için kullanılan antasidler,sigara filtreleri,bazı tuzlar ve peynirler,terden koruyucu deodorantlar zararlı alüminyum içerirler. Hafıza bozuklukları ve Alzheimer hastalığı bulgularında artma olur. Kalsiyum,çinko,magnezyum, B6 vitamini bu zararları azaltabilir.4- CivaBazı boyalar,ton balığı konservesi ve diş dolgularında bulunan amalgam yoluyla vücuda girerler. Böbrek,karaciğer ve özellikle beyin fonksiyonlarını bozan civanın zararlarından kurtulmak için soğan,pırasa,yumurta yenmelidir. Ayrıca C vitamini,selenyum,kalsiyum çinko gibi maddeler kullanılmalıdır.5-BakırBakır su borularından vücuda giren bu metal ,demir ve çinko gibi vücuda yararlı elementlerin miktarını azaltır. Yumurta, soğan, sarımsak, pırasa bu zararları minimale indirir. Ayrıca eksilen çinko ve demirinde ek olarak alınması gerekir.6- FluoridDiş macunları,ağız gargaraları, teflon tavalar ve fluor miktarı yüksek sular bunun kaynağıdır. Dişlerde lekeler ve kemik zayıflığında önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Çözüm flordan uzak durmak ve kalsiyum almaktır.7-ArsenikBazı şarap ve biralarda ,tuzlarda ve boyalarda bulunur. Karaciğer,böbrek ve solunum sisteminde olumsuz etkileri gösteren arsenik için antioksidan bazı vitaminler (A-C-E) selenyum ve alginik asit kullanılabilir. 
Sağlık Köşesi
Filenizi Vitaminle Doldurun
Marketten-Pazardan Şifa Satın AlınMarkete ya da pazara gittiğinizde filenize doldurduğunuz meyve ve sebzelerin sağlığınızı nasıl etkilediğini biliyor musunuz? Kabağın K vitamini, brokolinin şifa deposu olduğundan haberiniz var mı? Bu soruların yanıtını bilirseniz, evinize vitamin ve şifa dolu bir fileyle dönebilirsiniz.Çok sık tükettiğimiz, marketten ve pazardan aldığımız meyve ve sebzelerin besin değerleri hakkında bilgi:Elma: C ve E vitamini, folik asit, pektin ve flovonoid içerir. Bağırsak sisteminin korunmasında faydalı ve posadan zengindir. Kolesterol düşürücü etkisi vardır. Kan şekerini kontrol altında tutar ve vücut direncini artırır. Kas ve eklem ağrılarının azalmasına yardımcı olur.Kabak: K ve C vitamini içerir. Kanın pıhtılaşmasını düzenler. Kemik gelişimini sağlar. Böbrek fonksiyonlarında faydalıdır.Armut: Fosfor, kalsiyum ve potasyumdan zengindir. Kalp kaslarının düzenli çalışmasına fayda sağlar. Tansiyon ayarlamasında etkilidir. Posadan zenginliği nedeniyle bağırsakları çalıştırır.Dut: Kalsiyum, C ve B vitamini ile bol lif içerir. İdrar söktürücü ve bağırsak çalıştırıcıdır.Kiraz: Kalsiyum, fosfor ve C vitamini içerir. Diş çürümesini önlemede faydalıdır. İdrar söktürücüdür. Vücudun su dengesini sağlar.Keskin Gözler İçin Yeni DünyaErik: A ve C vitamini ile kalsiyumdan zengindir. Bağırsak çalıştırıcı ve direnç artırıcıdır.Yeni dünya (malta eriği): A vitamini deposudur. Görmeye ve büyümeye faydalıdır.İncir: Bol posa, kasiyum, fosfor ve magnezyum içerir. Sindirime yardımcıdır. Kemik ve diş sağlığına etkilidir.Üzüm: Potasyum ve C vitamini deposudur. Sindirim sistemi üzerinde faydalıdır. Vücudun savunma mekanizmasını güçlendirir.Hindiba: Potasyum, folik asit, C, A ve E vitamini içerir. Demir içeriğiyle kansızlığa iyi gelir. Yüksek lif içeriğiyle bağırsakları çalıştırır. Toksin atıcı ve idrar sökücüdür. İştah açıcı özelliği vardır.Ananas: Potasyum, fosfor, demir, A ve C vitamini içerir. Toksin atıcıdır. Bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar. Cilt sağlığında etkindir. Zindeliği artırır.Havuç: A, B, D ve E vitamini kaynağıdır. Cilt ve kemik sağlığında, hücre yenilenmesinde faydalıdır. Saç dökülmesini azaltır ve saçı canlandırır.Kansere Karşı Şalgam Ve SoyaSalatalık: A, B ve C vitamini ile fosfor ve selenyum deposudur. Güçlü bir antioksidandır. Cildi nemlendirir. İdrar yolları enfeksiyonlarında faydalıdır. Bol miktarda posa içermesinden dolayı barsak çalıştırıcıdır. Sakinleştirici etkisi vardır ve toksin atıcıdır.Şalgam: C vitamini, potasyum ve magnezyum içerir. Yüksek tansiyona iyi gelir. Lif içeriğiyle bağırsak çalıştırıcıdır. Antioksidan özelliği ile kansere karşı koruyucu etkileri vardır.Soya: A vitamini, folik asit, doymamış yağ asitleri, demir ve yüksek oranda lif içerir. Kalp sağlığını korur. Tansiyona iyi gelir. Bağırsak çalıştırıcıdır. Antioksidan özelliği ile kansere karşı koruyucudur. Kemikleri güçlendirir.Kuşburnu: A, C, D ve E vitamini yönünden zengindir. Antioksidandır. İdrar yolları enfeksiyonlarında etkilidir. Bağırsak çalıştırır. Enfeksiyonlara karşı vücudu korur. Güçsüzlük ve halsizliğe iyi gelir.Brokoli: A, C, E, B1 ve B2 vitamini ve bol miktarda posa içerir. Kalp hastalıklarına karşı korucudur. Prostat ve kolon kanseri riskini azaltır. Demir ve folik asitten zengindir. Kansızlığa faydalıdır.Soğan Ve Sarımsaktan ŞaşmayınMarul: A, B ve E vitamini içerir. Sinir sisteminde faydalıdır. Büyüme ve gelişmede, cilt ve saç sağlığında olumlu etkileri vardır.Soğan: A, B ve C vitamini ile fosfor ve kükürtten zengindir. Doğal antibiyotiktir. Bronş açıcı, bağırsak çalıştırıcıdır. Dayanıklılığı arttırır. Kemik ve diş sağlığında faydalıdır.Sarımsak: A, B, C ve E vitamini ile sakaroz içerir. Yaşlanmayı geciktirir. Kireçlenmede faydalıdır. Yüksek tansiyonu ayarlar. Doğal antibiyotiktir. Ödem sökücüdür. Damar gelişiminde faydalıdır.Kereviz: A ve E vitamini ile folik asit ve potasyum içerir. İdrar söktürücüdür. Sindirimi kolaylaştırır. Sinir sisteminde yatıştırıcı etkisi vardır.Karpuzla Kum DökünKarpuz: A ve C vitamini ile fosfor ve potasyum içerir. Böbrekteki kum ve taşların atılmasında faydalıdır. Toksin atıcıdır. Sıvı ihtiyacının karşılanmasına da katkısı vardır.Kavun: A vitamini, potasyum ve folik asitten zengindir. Damar tıkanıklığında, bağırsakların çalışmasında etkilidir. Göz sağlına fayda sağlar.Brüksel Lahanası: C ve B vitamini ile kalsiyum ve demirden zengindir. Kalp sağlığına ve kansızlığa iyi gelir. Kas gelişiminde faydalıdır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Yüksek tansiyonu düşürmede fayda sağlar.Lahana: Folik asit, A, B ve E vitamini yönünden zengindir. Güçlü antioksidandır. Mide rahatsızlıklarında ve hazımsızlık gidermede faydalıdır. Toksin atıcıdır.Pazı: A ve C vitamini ile folik asitten zengindir. Beden güçlendiricidir. Demirden zengin olması sebebiyle kansızlığa iyi gelir. Bol posa içerir. Bağırsak rahatsızlıklarında faydalıdır.Karnabahar: Potasyumdan zengindir. C vitamini içerir. Kalp hastalıklarında ve tansiyon düşürmede faydalıdır.Emziren Anneye Yer ElmasıYer Elması: İnsülin ve glikoz içerir. Emziren annelerde süt artırıcı etki yapar. Böbreklerin düzenli çalışmasına yardımcı olur. Cilde faydalıdır.Pırasa: Demir, kalsiyum ve potasyum içerir. İdrar sökücüdür. Bronş açıcıdır. Sindirimi kolaylaştırır.Patates: C ve B vitamini ile fosfor ve potasyumdan zengindir. Hazımsızlığı giderir. Mide rahatsızlıklarında faydalıdır. Kalp üzerinde olumlu etkileri vardır. Nişasta içeriğinden dolayı kan şekerinin hızla yükselmesine sebep olabilir.ENGİNAR: Bol posa içerir. Kalsiyum, potasyum, magnezyum, A ve C vitamini içerir. Karaciğer ve safra kesesi sağlığını korur. Sindirimi kolaylaştırır. Böbreklerin çalışmasını düzenler. Toksin atıcıdır.Kolesterol Düşmanı Taze FasulyeTaze Fasulye: Folik asit, potasyum, A ve C vitamininden zengindir. Kötü kolesterolün düşmesinde yardımcıdır. Antioksidan özelliği vardır.Avokado: Potasyum, magnezyum, A ve E vitamini içerir. Lif oranı yüksektir. Kabızlığa iyi gelir. Kalın bağırsak ve hemoroit için faydalıdır. Yüksek tansiyonu düşürücü etkisi vardır.Bamya: A, B ve C vitamini içerir. Sindirime yardımcıdır.Börülce: Kalsiyum, posa, potasyum ve A vitamini içerir. Kolesterolün ve tansiyonun düşmesinde faydalıdır. Kabızlığa iyi gelir.Ayva: A, B ve C vitamini içerir. Mideyi rahatlatır. İshale karşı korucudur. Cilde faydalıdır.Bakla: A ve C vitamini içerir. Lif yönünden zengindir. Kabızlığa iyi gelir. Kolesterole ve kansere karşı koruyucudur.Ispanak: B ve C vitamini ile magnezyum ve çinkodan zengindir. Cilt sağlığına, sinir sistemine, sindirime, göz sağlığına, büyümeye ve gelişmeye faydalıdır.Damar Sertliğine Karşı MısırMısır: Protein, A, B ve C vitamini yönünden zengindir. Damar sertliğine ve kolesterole faydalıdır. İdrar söktürücüdür. Böbreklerin düzenli çalışmasında fayda sağlar.Muz: B6 vitamini ve potasyumdan zengindir. Hücre yenilenmesinde ve bağışıklık sisteminin güçlenmesinde faydalıdır. Elektrolit dengesini sağlar.Kayısı: A, B ve C vitamini içerir. Cilt, göz ve bağışıklık sistemine fayda sağlar. Kemik gelişimini arttırır. Kansızlığa iyi gelir. Kas ve sinir sistemini güçlendirir.Vişne: A vitamini ve potasyumdan zengindir. İdrar söktürücüdür. Karaciğer ve mide üzerinde olumlu etkileri vardır.Şeftali: C vitamini, potasyum ve posadan zengindir. Hazmı kolaylaştırır. Sinir sistemine faydası vardır. Vücudun savunma sistemini güçlendirir.Sağlam Dişler İçin AhududuAhududu: Folik asit, C, E ve A vitamini içerir. İştah açıcı ve idrar sökücüdür. Diş sağlığına iyi gelir. İshali önler ve ateş düşürücüdür.Domates: Folik asit, magnezyum, potasyum, B ve A vitamini içerir. Hücre yenilenmesinde, bağışıklığın artmasında, kemik ve kas gelişiminde etkilidir.Patlıcan: B1, B2, C ve A vitamini içerir. Sinir sistemine iyi gelir. Cilt sağlığına ve bağışıklık sistemine faydalıdır.Trabzon Hurması: A ve C vitamini ile potasyumdan zengindir. İshal koruyucudur. Göz ve cilt sağlığına olumlu etkileri vardır.C Vitamini Depoları En Güçlü AntioksidanlarPortakal: C vitamini ve flovanoid denilen antioksidan deposudur. Kansızlığa iyi gelir. Kalp ve atardamarları korur. Kolesterol düşürücüdür. Bağışıklık sistemini güçlendirir.Nar: C vitamini, demir ve potasyum deposudur. Çok güçlü antioksidandır. Kansere karşı koruyucudur.Mandalina: C ve A vitamini ile potasyum yönünden zengindir. Hastalıklara karşı vücudun direncini arttırır. Yüksek tansiyonu düşürmeye yardımcı olur. Damar sertliğine faydası vardır. Güçlü bir antioksidandır.Greyfurt: Folik asit, potasyum ve C vitamini kaynağıdır. Hücre yenilenmesinde ve büyümesinde etkilidir. Güçlü antioksidandır. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Damar sertliğine faydası vardır.Kivi Yıllara Meydan OkurKivi: C vitamini deposudur. Yaşlanmayı geciktirir. Güçlü antioksidandır. Alerjiye karşı bağışıklığı arttırır.Çilek: A, C ve E vitamini ile folik asitten zengindir. Kas ve eklem ağrılarında faydalıdır. Cilde iyi gelir. İdrar sökücüdür.Yeşil Biber: C vitamini yönünden çok zengindir. Güçlü bir antioksidandır.Limon: Yüksek oranda C vitamini içerir. İskorbüt hastalığına iyi gelir. Güçlü antioksidandır. İdrar sökücüdür. İdrar yolları iltihabında faydalıdır.Maydanoz: Çok yüksek oranda C vitamini içerir. Ayrıca folik asit, A ve E vitamini yönünden zengindir. Büyüme, kemik ve diş sağlığı gelişiminde etkindir.Mango: A ve C vitamini yönünden hayli zengindir. Göz ve cilt sağlığına iyi gelir. Antioksidan özelliği ile kansere karı koruyucudur.Pepino: C vitamini, fosfor ve potasyum kaynağıdır. Eklem romatizmasında, kemik gelişiminde ve hemofili hastalığında etkilidir
Sağlık Köşesi
Dizler Genç Yaşta Sorun Yaratabiliyor!
Halk arasında “kireçlenme” olarak adlandırılan “eklem kıkırdağı bozuklukları (artroz)”, bilinenin aksine sadece ilerleyen yaşlarda görülmüyor. Sinemada film seyrederken, serviste işe gidip gelirken, merdiven inip çıkarken, uzun süre aynı pozisyonda otururken dizde çeşitli şikayetlere sebep olan diz kıkırdağı bozuklukları, genç yaşta da ortaya çıkarak yaşam kalitesini önemli oranda etkiliyor… İnsan vücudunda bulunan birçok dokunun aksine, kıkırdak dokusunun kendini yenileyebilen ya da hasarını düzeltebilen bir doku olmadığını belirten İbniSina Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Dr. İlhan DEMİRYILMAZ, herhangi bir şikayet başladığında erken dönemde tedbir alınmazsa sorunun büyüdüğüne dikkat çekiyor. Dizde şikayet başlar başlamaz sorun tespit edilir ve sebebi ortadan kaldırılırsa kıkırdak dokusunda hasar olmayacağını veya hasar olmuş ise ilerlemeyecek şekilde tedavisinin yapılabileceğini söyleyen Dr.Demiryılmaz, gençlerde görülen diz kıkırdağı bozuklarının sebepleri hakkında bilgi veriyor: Diz kıkırdakları genç yaşta neden bozuluyor? Mekanik bozuklukları: Dizin yapısında eğer mekanik bir bozukluk varsa, yani diz kapağının yerleşimi doğuştan düzgün değil ve hareketler sırasında bir kayma oluyorsa, diz kapağının hareket ettiği eklemde genç yaşta sorunlar ortaya çıkabiliyor. Benzer sorunlar, diz bölgesinde görülebilen açısal bozukluklarda da ortaya çıkabiliyor Spor yaralanmaları: Spor yaralanmaları başta menisküs kıkırdağında olmak üzere eklemdeki tüm kıkırdaklarda sorunlar oluşturabiliyor. Bağ hasarlarının tedavisi ihmal edilirse, ilerleyen dönemlerde yine kıkırdak dokusunda hasarlar ortaya çıkabiliyor. Beslenme bozuklukları: Beslenme bozukluklarına bağlı olarak, özellikle aşırı kilo durumlarında zorlanma nedeni ile kıkırdakta sorunlar ortaya çıkabiliyor. Belirtileri takip etmek gerekiyor Eklem harekete geçtiği anda ya da eklemin hareketi sırasında dizde bir ağrı olması önemli bulgulardan biri. Mesela; Eğimli zeminde yürürken,  Sinemada film seyrederken, Serviste işe gidip gelirken,  Merdiven inip çıkarken,  Uzun süre aynı pozisyonda otururken,  dizde ağrı hissedilmesi diz kapağı kemiğinin yerleşiminde bir problem olduğuna işaret ediyor Bir darbe sorunu tetikleyebiliyor… Birçok insanın diz kapağının yerleşiminde doğuştan gelen bir bozukluk olabiliyor. Buna bağlı dizde gelişebilecek bir sorun, çeşitli sebeplerle daha erken ortaya çıkabiliyor. Mesela, normal şartlarda 30 yaşında ortaya çıkabilecek bozukluk, spor yapılıyorsa ya da düşüp bir darbe alındıysa daha erken ortaya çıkabiliyor. Bu noktada sorunun hemen önemsenmesi ve doktora gidilmesi gerekiyor. Böylece hemen önlem alındığı ve problemin sebebi ortadan kaldırıldığı için, hastanın belki hayatı boyunca bir daha böyle bir şikayeti olmayabiliyor. Erken teşhis edildiğinde önce kaslar güçlendiriliyor Diz kıkırdağındaki sorun erken teşhis edildiğinde, öncelikle diz eklemini kontrol eden kas mekanizması üzerinden tedaviye gidildiğini belirten Dr.İlhan DEMİRYILMAZ şunları söylüyor: “Diz eklemini kontrol eden en önemli mekanizma olan kasların gücü ne kadar yüksek ise, o eklemdeki zorlanma da o kadar az oluyor. Dolayısıyla hastadan, ilk önce diz eklemini kontrol eden kaslarını kuvvetlendirmesini istiyoruz. Çoğu zaman, özellikle diz önündeki küçük kemiğin (patella) yerleşimi ile ilgili olan durumlarda şikayet ortadan kalkabiliyor. Yani kas ne kadar güçlü ise, kıkırdakta şikayet gelişmesi ya da mevcut şikayetlerin ilerlemesi o kadar yavaş oluyor.” Op.Dr. İlhan DEMİRYILMAZ  
Sağlık Köşesi
Ayağınızın Sağlığını Düşünün
AYAĞINIZI DÜŞÜNÜNAyak yapı ve fonksiyonlarının (biyomekanik ) analizini yapıyor ve nedene yönelik özel çözümler üretiyoruz. Analizler, ideal uzunluktaki tartan parkurda statik ve dinamik ölçüm yapabilen yüksek teknolojiye sahip bilgisayar destekli footscan © (50cm) ayak basınç ölçme (pedobarografi) sistemleri kullanılarak yapılmaktadır. Analiz sonuçları, op..Dr. İlhan DEMİRYILMAZ tarafından değerlendirilmektedir.. AYAK ANALİZİ NİÇİN ÖNEMLİDİR? Ayağınızın yapısı ve fonksiyonundaki bozukluklar duruşunuzu, dengenizi, yürüyüşünüzü, koşunuzu ve diğer aktivitelerinizi olumsuz yönde etkileyerek günlük yaşam ve spor performansınızı kötü etkileyebileceği gibi ayaktan başlayarak vücudunuzun hemen her bölgesinde problemlere neden olabilir. Ayak yapısı ve fonksiyonu bozukluklarının yol açtığı problemler: Duruş, denge, basma ve yürüme bozuklukları.  Ayak (topuk, taban, parmak) ve ayak bileği ağrıları Bacak, diz, kalça, bel, sırt, boyun, omuz, çene ağrıları Çabuk yorulma , kas krampları, akciğer kapasitesinde azalma Ayak bileği burkulmaları Halluks valgus (başparmak çıkıntısı-bunion), halluks rijidus, çekiç parmak ve diğer küçük parmak problemleri, tırnak batması, sesamoid problemler, morton ayak, metatarsalji, morton nöroma, nasır ve plantar verrü (taban siğili), medial plantar neuropraksia (joggers foot), taban çökmesi, yüksek taban, topuk dikeni-plantar fasiit, posterior tibial tendon disfonksiyonu, tarsal tünel sendromu, aşil tendon problemleri, haglund hastalığı, stres kırıkları, ayak ile ilgili kas ve tendon zorlanmaları , eklem kıkırdak lezyonları ve bağ-kapsül zorlanmaları, kompartman sendromları, bacakta fonksiyonel kısalık, omurga eğrilikleri. KİMLER DAHA FAZLA RİSK ALTINDADIR Ayak üzerinde günlük aktivitesi yoğun olanlar, spor yapanlar veya spora başlayacak olanlar, hamileler, şeker hastaları, dolaşım bozukluğu olanlar, romatizmal hastalıkları bulunanlar, çocuklar, yaşlılar, fazla kilo problemi olanlar ve kilo veremeyenler. KLİNİĞİMİZDE ANALİZ SONRASI HANGİ ÖZEL ÇÖZÜMLER OLUŞTURULMAKTA? Kişiye özel D3D Ortopedik tabanlık (akomodatif, fonksiyonel) Doğru ayakkabı seçimi Problemlerin çözümüne özel egzersiz reçetesi BU ÖZEL ÇÖZÜMLER NE SAĞLAR ? Çözümler nedene yönelik oluşturulduğu için; Performansınızın olumlu yönde ilerlemesini, İleride oluşabilecek problemlerin engellenmesini, Var olan problemlerinizin ise daha hızlı iyileşmesini ve tekrarlamamasını sağlayacaktır. TABANLIK KONUSUNDA BİLİNMESİ GEREKENLER: TABANLIK ÇEŞİTLERİ: 1-Anatomik tabanlıklar: Piyasada hazır olarak satılan veya ayakkabı ve terliklerde bulunan tabanlıklardır. 2-Ortopedik tabanlıklar: Kişiye özel yapılan tabanlıklardır. 3-Akomodatif tabanlıklar: Kişinin problemine göre geçici bir süre kullanım için tasarlanıp üretilen tabanlıklardır. Fonksiyonel tabanlıklar: Devamlı kullanım için kişiye özel tasarlanıp hazırlanan tabanlıklardır. Bu tabanlıklar, kişinin ayak yapısını gerektiği kadar destekler ve ayak fonsiyonundaki aşırılıkları engelleyerek ayağın güvenli sınırlar içinde hareket etmesini sağlar.İYİ BİR NASIL OLMALIDIR? Kişiye özel tasarlanmış olmalıdır. Tabanlık yapımı için kullanılan malzemelerin zehirli ve kanserojen madde içermediğine dair geçerli kuruluşlardan sağlık onayı olmalıdır (D3D tabanlık ürünleri Avrupa Birliği Sağlık Uygunluğu onaylıdır ). bu çocuklar açısından çok daha büyük önem taşımaktadır. İYİ BİR TABANLIK NASIL TASARLANIR? İyi bir tabanlık aşağıdaki bilgilere göre tasarlanmalıdır: Ayağın yapısı : Ayağın medial (iç), transvers (ön), lateral (dış) kavis (ark) yükseklikleri Ayağın fonksiyonu: Ayağın sadece dinamik (yürüme ve koşu) analizleri ile anlaşılabilir içe ve dışa basma oranları ve zamanlaması ölçümleri. Tabanlığın sertliği ve kalınlığının belirlenmesi: Kişinin ağırlığı, aktivitesi (işi, yaptığı spor, vs ), hastalığı (diyabet, vs) veya problemine göre belirlenmeli Klinik bilgi ve problemleri
Sağlık Köşesi
Kalça Protezinden Sonra 5 Önlem!
KALÇA PROTEZİNDEN SONRA, BEŞ ÖNLEM ALIN Kalça ekleminin ağrılı kireçlenmelerinde son tedavi seçeneği kalça protezi uygulamasıdır. Ancak protez uygulamasından sonra, günlük yaşamda bazı hareketleri yaparken çok dikkatli olmak gerekiyor. İbniSina Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. İlhan DEMİRYILMAZ, protezi ileri dönem kalça kireçlenmelerinde ve hasta 100 metre kadar ağrısız yürüyemeyecek haldeyse uyguladıklarını belirtiyor. Protez takılmış hastaların günlük yaşamlarında başlıca beş önlemi almaları öneriliyor. Dr.Demiryılmaz, protezden sonra şunlara dikkat etmek gerektiğini belirtiyor: - Yer sofrası ve alaturka tuvalete otururmamaya, dizleri kırarak tam çömelme yapmamaya gayret edilmeli - Ameliyat sonrası en az 6 ay bacak bacak üstüne atılmamalı - Bel ve kalça 90 dereceden fazla bükülmemeli - Banyo ayakta veya yüksek bir taburede oturarak yapılmalı, banyodan çıkarken yerler kurulanmalı - Terlik yerine altı lastik kaymayan-düz tabanlı ayakkabı tercih edilmeli KALÇA KİREÇLENMESİ VARSA, KİLO VERMEK ŞART Kalça kireçlenmesinde öncelikle tıbbi tedavi öneriliyor. Bunların arasında kilo vermek, baston ya da koltuk değneği kullanılması, ağrı kesici ilaçlar, aktif kalça egzersizleri ve fizik tedavi yöntemleri (ultrason, hidroterapi, kaplıca) sayılabilir. Protez öncesi uygulanan bu tedavilerle, hafif ve orta derecedeki kalça kireçlenmeleri tedavi edilebiliyor. İleri dönem kalça kireçlenmeli hastalarda ise özellikle günlük aktivitelerini yapmakta zorluk çekiyor ve şiddetli ağrılar nedeniyle 100-200 metre bile ağrı duymadan yürüyemez hale geliyorsa, kalça protezi tercih ediliyor. KALÇA PROTEZİNE NEDEN GEREK DUYULUYOR? Kalça protezinin uygulanma nedenleri hakkında bilgi veren Dr.Demiryılmaz, bunları şöyle sıraladı: - Kalçanın sebebi bilinmeyen kireçlenmeleri: Kalça eklemindeki sebebi bilinmeyen kıkırdak harabiyeti olabilir. Ailesel yatkınlık, aşırı kilolu olmak ve ağır işlerde çalışmak bu hastalığa yol açan sebepler arasındadır. Kalça ekleminin yıpranmış kıkırdak kısımları temizlenerek, kemik çimentosu yardımı ile metal protezler yerleştirilir. - İltihaplı kalça romatizmaları: Romatizmal hastalıklar bir çok eklem gibi kalçayı da tutabilir. İleri derecede eklem aralığında daralma ve kıkırdak sorunu varlığında kalça protezi uygulaması yapılır. - Kalça çıkığına bağlı kireçlenme: Kalça ekleminin bebeklikten itibaren çıkığı zemininde gelişen kireçlenmedir. Burada kemik yapı normalden daha az gelişmiştir. Dolayısı ile uygulanacak protezler daha küçük olmak durumundadır. - Uyluk kemiği başının erimesine bağlı kalça kireçlenmesi: Bu hastalıkta sorun uyluk kemiğinin baş bölümünde ortaya çıkar, ileri evrede fincan da etkilenir. Erken dönemde sadece başın kıkırdağının değiştirilmesi temeline dayanan yüzey değiştirme (resurfacing) protezi yeterli iken ileri evrede kalça protezi tercih edilir. - Kalça kırıkları: Yaşlıların kalça kırıkları yürürken ayağın halıya takılması gibi travmalarla oluşabilir. Ancak çoğunlukla kemik erimesine bağlıdır. Bu kırıklar da kalça protezi uygulaması ile tedavi edilirler. Ancak kireçlenmeden farklı olarak; fincanda sorun yoksa, sadece uyluk kemiğine çimento yardımı ile uygulanan parsiyel kalça protezi tercih edilir. - Kalça çevresi tümörleri: Bu tümörlerin oluşması durumunda, kalça protezi uygulaması yapılır. Kalça kireçlenmesinde 65 yaşından itibaren güvenle protez uygulanabilir. Günümüzde gelişen implant teknolojisi ve uygulama teknikleri sayesinde protezlerin insan vücudundaki ömrü 15-25 yıla uzamıştır. Ancak romatizmal artrit, ankilozan spondilit ve kalça çıkığına bağlı kireçlenme durumlarında 25 yaşından itibaren kalça protezi ameliyatları uygulanabilmektedir. Genç yaşta kalça protezi uygulanmış hastaların, ömür boyu hekimleri ile yakın temasta olmaları gerekiyor. Op.Dr. İlhan DEMİRYILMAZ
Sağlık Köşesi
Öğretmenlerimizin Sağlığı İçin Öneriler!
Öğretmenlerimizin Sağlığı İçin Öneriler! Öğretmenlik karşılığını düşünmeden çok fazla çaba ve emek sarf edilen en kutsal mesleklerden biri. Bu koşulsuz ve sınır tanımaz çaba, beraberinde vücutta olumsuz yansımaları da getirebiliyor. İbniSina Hastanesi uzmanları öğretmenlerin meslek hayatları boyunca ses ve göğüs sorunları, ortopedik rahatsızlıklar ve varis gibi birçok sağlık sorunu ile karşı karşıya kaldıklarını belirterek, bu hastalıklara karşı çeşitli önerilerde bulundu. Mentollü Nefes Açıcılar Ses Tellerinde Kuruma Yapıyor İbniSina Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op.Dr. İlhan DEMİRYILMAZ, meslek gereği sesini yoğun olarak kullanan öğretmenlerde, sıklıkla ses kısıklığı, ses tellerinde ödem, nodül ve polip gibi hastalıklara rastlandığını söylüyor. Bu hastalıkların önüne geçmek için ilk adım olarak sigaranın bırakılması ve pasif içicilik söz konusu olduğu için sigara içilen yerlerde bulunmaktan kaçınılması gerektiğini vurgulayan Op.Dr. DEMİRYILMAZ, diğer önerilerini şöyle sıralıyor: • Sık sık boğaz temizleme alışkanlığı varsa, bu alışkanlıktan vazgeçilmeli. Bu gereksinim hissedildiğinde bunun yerine birkaç yudum su içilmeli.  • Günlük su tüketimi en az 2,5 litre ( on su bardağı ) olmalı.  • Ses tellerinde kurumaya yol açabilen mentollü nefes açıcı, şeker ve pastillerden, kurumayla birlikte ses tellerinde salgı artışına da neden olan kafeinli, baharatlı ve asitli yiyecek ve içeceklerden uzak durulmalı. Ayrıca bazı ilaçlar ses telleriyle beraber boğazda da kurumaya neden olduğu için ilaç kullanımından önce uzman hekime danışılmalı.  • Ses tellerinde kurumaya neden olabilen bir diğer tehdit unsuru olan kuru ortamlarda bulunmamaya özen gösterilmeli; bulunulan ortam nemlendirilmeli.  • Düzenli uykuya özen göstermeli; gün içinde zorunlu olarak uzun süre konuşarak ses yorulduysa mutlaka bir süre konuşmayarak ses dinlendirmeli. Uzun Süre Ayakta Durmak Tehlikeli! Toplumda öğretmen hastalığı olarak da anılan “varis” ile ilgili bilgi veren İbniSina Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op.Dr. İlhan DEMİRYILMAZ, öğretmenleri devamlı ayakta durmamaları veya hareketsiz oturmamaları yönünde uyarıyor. Kişinin devamlı ayakta durma veya hareketsiz olarak oturma halinde ise, ayaklarını müzikle ritim tutar gibi hareket ettirmesini önererek bu hareketlerin hem varisi hem de toplardamarlarda pıhtı oluşumu engellemekte etkili olacağı belirtiyor. bir başka önerisi de fırsat bulunduğunda bacakları baş seviyesinden yukarı olacak şekilde kaldırıp dinlenmek. Yumuşak Tabanlı Ayakkabı Tercih Edilmeli! Öğretmenleri uzun süre ayakta kalmamaları konusunda uyaran bir diğer isim Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı Op.Dr.İlhan DEMİRYILMAZ, uzun süre ayakta durmanın bel ağrısı ve ayak ağrılarını da beraberinde getireceğini ifade ediyor. Op.Dr.Demiryılmaz öğretmenlerin uygun ayakkabı seçimine de dikkat etmeleri gerektiğini belirterek, “Öğretmenlerimiz topuklu ayakkabıdan kaçınmalı, ön kısmı geniş, yumuşak tabanlı ayakkabıları tercih etmeliler.” diye konuşuyor. Tahtada Yazı Yazarken Omuza Dikkat! Öğretmenlerde diğer sık görülen bir sorun da omuz ağrıları. Tahtaya uzun süre yazı yazanlarda omuz çevresinde adale sıkışması sorunları görülebiliyor. Op.Dr. Demiryılmaz bu sorun için ise, olabildiğince baş üstü seviyesinde yazı yazmamayı, tahtanın silinmesinde öğrencilerden yardım almayı ve ağır taşımamayı çözüm olarak gösteriyor. Sınıflar Sıklıkla Havalandırılmalı İbniSina Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op.Dr. İlhan DEMİRYILMAZ, öğretmenlerin sık yaşabileceği sorunlardan biri olan solunum yollarında gelişen enfeksiyonlar ve alerjiye dikkat çekiyor. Op.Dr. Demiryılmaz şunları belirtiyor: “Kış aylarında kapalı ortamlarda toplu yaşam, solunum sistemi hastalıkları açısından önemli bir risk. Ortamda bulaşıcı bir hastalığı olan kişinin varlığı, o havayı soluyan herkesi hastalık açısından riskli konuma getiriyor. Vücut direnci düşük olanlar ya da alerjik bünyesi olanlar daha çabuk etkilenebiliyor. Özellikle kış aylarında, teneffüslerde öğrencilerin üşümemesi için sınıfların havalandırılmaması durumunda, kirli hava büyük bir tehdit unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca kapalı ortamlardaki tebeşir tozu, kokulu kalemler, yapıştırıcılardan çıkan kimyasal kokular da alerjik bünyeli kişilerde ve astım hastalarında nefes darlığı ve öksürük yakınmalarının başlamasına neden olabiliyor. Tüm bu nedenlerle, kapalı ortamların sık havalandırılması riskleri en az seviyeye indirmek açısından önemli ve gerekli." Op.Dr. İlhan DEMİRYILMAZ
Sağlık Köşesi
Alkali Yaşam
ALKALİ YAŞAM Alkali formdaki mineraller 5 adettir, bunlar, Kalsiyum, Potasyum, Sodyum, Magnezyum ve Demir mineralleridir. Bütün bu mineraller sağlıklı alkali bir çevre yaratmak için çok önemlidir. Bu mineraller asidik minerallerle birleşerek toksin maddeleri vücuttan atarlar. Alkali yiyecekler ve Su, bize yapışkan sümüksü maddelerden temizlenmiş bir bünye kazandırır. Sümüksü maddelerden arınmış bünyenin manası; sinüs tıkanıklıkları, kronik lenfatik tıkanıklıklar ve şişlikler, akciğerlerde sıvı birikimi sorunları, mafsal kireçlenmeleri, kalsiyum eksikliği vs gibi sorunlardan uzak kalmaktır. Vücutlarının pH'ını etkin biçimde kontrol altında tutan kişiler, hafif Alkali derecedeki vücutlarının herhangi bir yerinde ağrı veya adale krampı ile karşılaşmaz, duygusal ve zihinsel olarak pozitif ve berraktırlar. Sonuç mükemmeldir çünkü hücreler olması icap ettiği gibi sağlıklı Alkali bir ortam içindedirler (tıpkı ana karnında alkali-su kesesi içinde gelişen bebek gibi). Düşünceler ve duygular, vücut kimyamızı değiştiren güçlü etkinliklerdir. Mutlu insanlar daha sağlıklı ve uzun yaşarlar çünkü pozitif davranışlar Alkali bir ortam yaratılmasına sebep olur, negatif düşünceler ve duygular ise vücudumuzda asidik artıklar oluştururlar. Yapılan gözlemlere göre uygun beslenme diyeti yaparak sağlıklı yaşayan insanların görünümleri hoş, davranışları neşeli olmaktadır Bunun tersine,  düşünceli ve agresif duygulu insanlar sağlıkları için iyi beslenseler dahi, negatif duygulardan arınmadıkça yeterince sağlıklı olamamaktadırlar. Zihinsel ve duygusal enerjinin pozitif olması taze sebze ve meyve kadar etkin olup vücut pH ı üzerinde de güçlü biçimde etkindir. Güneş ışığı da insan vücudunun asitidesinde önemli derecede etkindir. Alkalite güneş ışığının tam spektrumu ile etkinlik kazanır. Tersi de doğru olup güneş ışığının yokluğunda, karanlıkta vücut hücrelerimizde asit oluşur. Bağışıklık sistemi, deri ve cildin diri kalması, vitamin D üretimi gibi süreçler Alkalite ile çok yakın ilgilidir. Unutmamalıdır ki uzun süreli sağlık ve iyilik için çabucak bir çare bulunamaz. pH değerinin sağlığımız için önemi nedir? “Asidik bir vücut hastalıkları kendine çeken güçlü bir mıknatıstır.” Bu nedenle de vücudun pH değerini olması gereken seviyede dengede tutmak, sağlıklı olmak ve iyi hissetmek için atılabilecek en büyük ve önemli adımlardan biridir.  Sağlıklı bir vücudun pH değeri ne olmalı?  Vücudumuzun değişik organlarının pH değeri, söz konusu organların fonksiyonlarına göre değişiklik gösterirken, hücre, doku ve organlarımıza oksijen, su ve diğer besinleri taşımak ve atıkları boşaltmak için aracılık eden kanımızın ideal pH değeri 7,35 olarak ifade edilir ve 7,35 – 7,45 aralığı genel anlamda sağlıklı olarak değerlendirilir.  Bu seviyenin altı ve üstü vücutta türlü rahatsızlık ve hastalık oluşumuna uygun bir ortam olduğu anlamına gelir ve pH 7,0 seviyesini nötr olarak kabul edersek 7’nin altındaki değerler asidik, 7’nin üstündeki değerler de alkali olarak adlandırılır. Bu nedenle sağlıklı bir beden için pH değeri olarak 7,35 – 7,45 aralığında olması istenen kanımızın sağlıklı olduğunda hafif alkali bir yapıda olduğunu söyleyebiliriz. Asidik bir ortamda ne gibi sorunlar ortaya çıkar?  • Vücudun mineral ve diğer besinler ile ilgili emilim kabiliyeti azalır.  • Hücrelerdeki enerji üretimi düşer.  • Vücudun hasar görmüş hücreleri onarma gücü azalır.  • Vücudun zararlı ağır metalleri vücuttan atma -temizleme- gücü azalır  • Tümör hücrelerinin gelişimini destekleyen bir ortam yaratılmış olur.  • Vücut kronik yorgunluk ve diğer hastalıkların oluşumuna uygun, açık, bir duruma gelir.  Özetle; ph 6,9 gibi oldukça hafif denilebilecek asidik ortam bile birçok hastalığın oluşum ve gelişimi için “uygun bir ortam” anlamına gelir.  Asidik vücut sorunu, ağırlıklı olarak hayvansal gıdalarla beslenen toplumlarda daha sık görülür ki bunun ana sebebi et, yumurta, süt ve süt ürünleri gibi ağırlıklı asit üreten gıdaların alkali olan taze sebze gibi gıdalara göre daha yoğun tüketilmesidir.  Buna ek olarak, işlenmiş beyaz un, şeker gibi gıdalar, işlenmiş içecekler ve kahve gibi alışkanlıklar da vücutta asidik bir ortam oluşumuna destek olurlar.  Ayrıca  Aspartam gibi yoğun miktarda asit oluşumuna sebep olan maddeler içeren tatlandırıcıların da vücudumuzdaki asit oluşumuna katkısını unutmamak gerekir.  İşte tüm bu nedenlerden dolayı vücudumuzun asidik ortamını dengelemek ve pH seviyemizi istenen şekilde düzeltmek, 7,35-7,45 seviyelerinde dengelemek, istiyorsak yapabileceğimiz en iyi şeylerden biri yaşam biçimimizi gözden geçirmek ve zararlı olan her şeyi hayatımızdan yavaş yavaş da olsa çıkarmak için karar alarak küçük adımlarla da olsa uygulamaya geçmektir."  Neyi, ne oranda tüketmeliyiz?  "Sağlığımızı korumak için, gıdalarımızın yüzde 75’inin alkali ve yüzde 25’inin asit oluşumunu destekleyen türde olması önerilir.” Tedaviye destek amaçlı beslenmede ise bu oranın yüzde 80-90 alkali, yüzde 10-20 asit şeklinde olması gerekir.  Peki, alkali ve asidik gıdaları nasıl ayırt edebiliriz?  Genel olarak ne nedir sorusunun cevabı ise şöyle verilebilir;  • Yeşil taze ve çiğ sebzeler, bezelye, fasulyeler, katkısız baharatlar, çiğ kalın kabuklu kuruyemişler ve çiğ çekirdekler gibi besinler ALKALİ ortam oluşumunu desteklerler.  • İstenmeyen asidik ortam oluşumunu destekleyen gıdalar ise et, balık, kümes hayvanları, yumurta, tahıllar ve bakliyat olarak özetlenebilir. Asidik bir vücudu nasıl ALKALİ’ye döndürebiliriz?  Asidik bir vücut hastalıkları kendine çeken güçlü bir mıknatıstır ve yediğimiz ve içtiğimiz her şey vücudumuzun pH seviyesini etkilediği içindir ki “denge sağlıklı bir bedenin anahtarıdır” denilebilir.  Aşağıda vereceğimiz listeler vücudunun pH seviyesini ayarlamaya ve dengede tutmaya çalışan kişiler için bir rehber olabilir.  Listeler hazırlanırken pH seviyeleri 0-14 aralığında dikkate alınmış ve 7’nin altı pH derecesine sahip olanlar ASİDİK (düşük oksijenli) ve 7’nin üstü pH derecesine sahip olanlar da ALKALİ ortamı destekleyenler olarak gruplanmıştır.  Listelere geçmeden önce gıdaların vücudumuzun asit/alkali dengesi üzerindeki etkileri konusunda bilinçlenmenin, beslenmemizi dengelememiz açısından, oldukça önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmak ve tabloları kullanırken faydalı olacağını düşündüğümüz bir bilgiyi paylaşmak isteriz.  Bir gıdanın vücutta asidik ya da alkali ortam oluşturma potansiyeli, gıdanın kendisinin sahip olduğu pH değeri ile ilgili değildir.  - Örneğin limon çok asidik bir meyve olmasına rağmen sindirim sonucu ortaya çıkardığı üretim vücut için alkali bir ortam yaratımını destekler ve bu yüzden de limon kendisi asidik olmasına rağmen vücut için alkali ortam oluşturan bir meyvedir.  - Benzer biçimde hemen hemen tüm et ürünleri sindirim öncesi alkali yapıda olmalarına rağmen, sindirim sonunda ortaya çıkan asidik kalıntılar vücutta asidik bir ortam oluşumunu desteklediği için aşağıdaki tablolarda asidik gıdalar bölümünde karşınıza çıkacaklardır.                VÜCUDUN ALKALİ OLMASINI DESTEKLEYEN GIDALAR:  Aşağıdaki sebzelerin bolca ve 45 derece üzerinde hiçbir işlem görmemiş şekilde tüketilmeleri önerilmektedir.              Vücudu ALKALİ yönde destekleyen SEBZELER:  • Balkabağı     • Biberler     • Brokoli     • Brüksel lahanası     • Hardal yaprakları     • Havuç    • Her tür yeşillendirilmiş filiz (buğday çimi, arpa çimi, ay çekirdeği filizi vb)      • Ispanak     • Kabak • Karnabahar    • Kereviz Sapı     • Kıvırcık lahana     • Kuşkonmaz      • Lahana      • Pancar     • Pazı  • Patlıcan      • Salatalık      • Sarımsak      • Soğan      • Su teresi       • Şalgam     • Tatlı patates • Yaban havucu     • Yeşil kıvırcık salata (her tür)     • Yeşil otlar (maydanoz, dereotu, nane, fesleğen, ısırgan otu vb        Vücudu ALKALİ yönde destekleyen MEYVELER:  • Armut      • Domates       • Dutsu meyveler (frambuaz, böğürtlen vb)       • Elma       Greyfurt  • Hurma      • Karpuz          • Kavun    • Kayısı         • Kiraz    • Kivi        • Kuru incir   • Kuru üzüm  • Kuş üzümü     • Limon     • Mandalina     • Misket limonu      • Muz       • Nektarin      • Portakal  • Şeftali        • Üzüm         • Vişne               Vücudu ALKALİ yönde destekleyen PROTEİNLİ GIDALAR:  • Çiğ badem       • Çiğ -kavrulmamış- ay çekirdeği       • Çiğ -kavrulmamış- balkabağı çekirdekleri  • Çiğ -kavrulmamış- kabak çekirdeği      • Darı        • Filizlendirilmiş çekirdekler (ay çekirdeği gibi) • Kestane      • Keten tohumu        Vücudu ALKALİ yönde destekleyen DİĞER GIDALAR:  •  iyonize su     • Arı poleni     • Bitkisel çaylar     • Buğday çimi suyu      • Elma sirkesi • Her tür hindiba      • Hindistan cevizi yağı       • Doğal maden suyu       • Doğal probiyotikler • Yeşil çay      • Taze sıkılmış yeşil sebze ve meyve suları        Vücudu ALKALİ yönde destekleyen TATLANDIRICILAR:  • Stevia (Stevya)       • Çiğ Agave Şurubu        Vücudu ALKALİ yönde destekleyen BAHARAT ve SOSLAR:  • Acı kırmızı biber      • Deniz tuzu      • Hardal     • Her tür ot (kekik, nane vb) • İsot      • Köri       • Tarçın      • Zencefil                  VÜCUDUN ASİDİK OLMASINI DESTEKLEYEN GIDALAR:                                           Dikkatli tüketilmeleri önerilmektedir!         Vücudu ASİDİK yönde destekleyen YAĞLAR:  • Fıstık yağı     • Hamur işleri için özel yağlar     • Keten tohumu yağı     • Susam yağı     • Zeytinyağı         Vücudu ASİDİK yönde destekleyen MEYVELER:  • Erik            • Kızılcık        • Kuru erikler          Vücudu ASİDİK yönde destekleyen TAHIL ve UNLAR:  • İşlenmiş arpa         • Her tür pirinç      • Her tür yulaf     • İşlenmiş buğday/beyaz un • İşlenmiş kara buğday      • işlenmiş kepek         Vücudu ASİDİK yönde destekleyen SÜT ve SÜT ÜRÜNLERİ:  • Dondurma     • Her tür peynir      • Süt      • Tereyağı         Vücudu ASİDİK yönde destekleyen KURUYEMİŞ ve YAN ÜRÜNLERİ:  • Ceviz     • Tahin     • Yer fıstığı      • Yer fıstığı ezmesi          Vücudu ASİDİK yönde destekleyen HAYVANSAL PROTEİNLER:  • Dana eti      • Her tür av eti     • Her tür balık     • Hindi      • Kuzu eti      • Sakatat • Sığır eti       • Tavuk       • Tuzlanarak kurutulmuş etler (pastırma gibi)          Vücudu ASİDİK yönde destekleyen BAKLİYAT türü gıdalar:  • Bezelye      • Kuru fasulye    • Mercimek     • Nohut   • Siyah fasulye    • Soya fasulyesi          Vücudu ASİDİK yönde destekleyen diğer ürünler:  • Her tür kimyasal koruyucu    • İlaçlar     • Her tür tarım ilaçları                                                             Op. Dr. İlhan Demiryılmaz  
Sağlık Köşesi
Akılcı İlaç
GEREKSİZ KULLANILAN İLAÇ ZEHİRDİR. AKILCI İLAÇ ÖNERİLERİMİZ: * Kullandığınız ilaçların bir listesini yapın ve her doktora gidişinizde bu listeyi yanınızda götürün. Aynı hastalık nedeniyle farklı hekimlere gittiğinizde yeni ilaçlar verildiğinde önceki ilaçlara devam edip etmeyeceğinizi mutlaka sorun. * Kendiliğinizden veya komşunuza danışarak ilaç almayınız. * İlaçlarınızı, yalnızca hekiminizin önerisi ve eczacınızın uyarısı doğrultusunda kullanınız. * Kan sulandırıcı ilaçlar, tiroid hastalıkları için kullanılan ilaçlar, şeker ilaçları ve hormon ilaçları kullanıyorsanız mutlaka hekiminiz tarafından önerilen aralıklarla kan tahlili yaptırınız. * İlaçlarınızı nasıl kullanacağınızı nasıl saklayacağınızı tam olarak öğreniniz ve eksiksiz uygulayınız. * İlaçları -size özel olarak önerilmemişse- asla bölmeyin ve çiğnemeden yutun. Tabletlerin üzerinde bölünebileceğini belirtir bir çentik yoksa asla bölmeyin ve çiğnemeyin * Allerjik bir bünyeniz varsa sağlık personelini uyarmayı unutmayınız. * Tüm ilaçların istenen etkilerinin yanı sıra istenmeyen etkilerinin de olabileceğini aklınızda bulundurunuz. * İlaçların yan etkileri konusunda hekiminizden ve eczacınızdan bilgi alınız. * Kendinizi iyileşmiş hissetseniz bile, ilaç kullanımını (özellikle antibiotik) yarıda kesmeyiniz. * Hekime danışmadan doz değişikliğine gitmeyiniz. * Hamilelik süresince ve emzirme döneminde, hekiminize danışmadan hiçbir ilaç kullanmayınız. * İlaçlarınızı, kilit altında ve çocukların ulaşamayacağı yerlerde bulundurunuz. Küçük çocukların yanında almayın, size özenip ilaçları alabilirler. * Kesilmiş ve açılmış ambalajlı ilaçları satın almayınız, son kullanma tarihi geçmiş olan ilaçları kesinlikle kullanmayınız. * Sadece kullandığınız ilaçları saklayın.Evinizde, işyerinizde, taşıtınızda bulunan ilaçları zaman zaman gözden geçiriniz.
Sizi Arayalım
Logo
E-BÜLTEN’e KAYIT OL !
  Güncel duyurulardan haberdar olmak için lütfen e-bültene kayıt olun. . .
Site içeriğinde bulunan bilgiler destek sağlamak içindir. Hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi, tanı ve teşhis koyması yerine geçmez.
Bu bilgiler hastalıkların tanı ve tedavisinde kullanılmamalıdır.
Web Tasarım_medyatör