Anti Aging İçin Ne Yapmalı?
Sağlık Köşesi
Anti Aging, bir moda değildir. Yaşamımızın her anında bizi diri, dinç, uyanık ve sağlıklı kılacak bir kılavuzdur. Yaşlanma, insanın normal bedensel ve ruhsal işlevlerinin giderek azalmasıdır. Çok değişik faktörlerin etkilediği yaşlanma sürecinin önlenebilmesi mümkün olmamakla birlikte geciktirilmesi mümkündür. Ayrıca tıp literatüründe "kaliteli yaşlanma" kavramı çoktan yerini almıştır. Yaşlanma sürecini geciktirmek, yavaşlatmak, hatta kimi zaman tersine çevirmenin adı ise "'anti-aging" tıbbıdır.

ANTİ AGİNG NEDİR? ANTİ AGİNG İÇİN NE YAPMALI ve NEREDEN BAŞLAMALIYIZ?
 
İnsanoğlu binlerce yıldır yaşlanmayı önlemeyi ve sonsuz hayatın mümkün olup olmadığını araştırıyor. Yunan mitolojisindeki "Gençlik Pınarı" ve  Anadolu  masallarındaki "Ab-ı  Hayat" bu arayışların birer göstergesidir.

Anadolu'da tıbbın babası olarak bilinen Lokman Hekim de ebedi gençliğin ve sonsuz hayatın peşindeydi, Alman edebiyatının en büyük isimlerinden Goethe'nin yarattığı Dr.Faust da... 

Yaşlanma; döllenmeyle başlayan, zaman içinde doğal olarak ortaya çıkan bütün değişimlerin toplamına denir. Bu bir bozulma sürecidir. Ölçülen şey, yaşama süresinin azalması ve organizmadaki zarar görme riskinin artmasıdır. Yaşlanma; kronolojik yaş artıkça, giderek artan bir olasılıkla, ölüme yakınlaşmaktır.

Yaşlı popülasyon dünya nüfusunun en hızlı artış gösteren grubudur. Demografik araştırmalara göre, 65 yaş üzeri insanlar yaşlı sınıf olarak kabul ediliyor. Hızlı artış gösteren yaşlı nüfus günümüzde dünya nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyor. Yapılan araştırmalar bu oranın 2030 yılında yüzde 60’a ulaşacağını göstermektedir. 

Anti Aging, bir moda değildir. Yaşamımızın her anında bizi diri, dinç, uyanık ve sağlıklı kılacak bir kılavuzdur. Yaşlanma, insanın normal bedensel ve ruhsal işlevlerinin giderek azalmasıdır.  Çok değişik faktörlerin etkilediği yaşlanma sürecinin önlenebilmesi mümkün  olmamakla birlikte geciktirilmesi mümkündür. Ayrıca tıp literatüründe "kaliteli yaşlanma" kavramı çoktan yerini almıştır.

Yaşlanma sürecini geciktirmek, yavaşlatmak, hatta kimi zaman tersine çevirmenin adı ise "'anti-aging" tıbbıdır.

Hastalarımıza hangi önerilerde bulunmalıyız? Nelere dikkat etmeli, hangi ilaçları, vitaminleri kullanmalı veya kullanmamalı, neleri yemeli veya  yememeli, spor ve egzersizler ne şekilde düzenlenmeli ? Sadece bunlar yeterli midir? Ayrıca bazı tedavilere ihtiyacımız var mıdır?  Pek çok hastaya verilen vitamin ve eser elementlerin yan etkileri nedir?

Ve…  Alternatif olarak doğal yöntemlerle tedavi kullanabilir miyiz?

 Anti-Aging, her insan için gönüllük ve irade üzerine inşa edilebilecek bir süreçtir ve bizi yıllar boyunca hastane kapılarından, hasta yataklarından uzak tutacak, kaliteli bir hayatı vaat etmektedir.
 
Yaşlılık bir hastalık değildir

Hakkında çok şey bilinen genel bir fizyolojik süreç olan yaşlanmayla, insanın normal bedensel ve ruhsal işlevleri giderek azalır. Federal Almanya’da yaşam süresi, 1990 yılında yaklaşık olarak 46–48 yıl iken, günümüzde bu rakam 75–78 yıla çıktı. Bu artışın önemli bir kısmının nedeni, enfeksiyonların ve erken ölüme neden olan diğer rahatsızlıkların engellenmesi ve tedavi yöntemlerinin çok gelişmesidir. Artık insanların çoğu 70’li yaşlara kadar yaşıyor. Son gelişmeler ve koruyucu hekimlik anlayışı sayesinde azami yaşam süresi 90–100 yıla çıkma olasılığı gösteriyor. Yaşlılık, hücreleri ve bu hücrelerden kurulmuş olan sistemleri etkilediği gibi kollajen gibi bağ dokusu yapı taşlarını da etkilemektedir. 
 
Enerji fazlalığı, bedensel aktivite yetersizliği, aşırı gerginlik, risk faktörlerinin çokluğu serbest radikallerin artmasına neden olur.  Bir bütün olarak ele alınması gereken yaşlanmayı, doğal ve kaçınılmaz bir olay olarak görmek gerekiyor. Bu noktada amaç yaşlanmayı durdurmak gibi imkansız bir işe girişmekten çok yaşlanma sürecini yavaşlatmak ve vücudun orantılı bir şekilde sağlıklı yaşlanmasını sağlamak. 
 
Yaşlanma ile ilgili bazı bilimsel kavramlar

Biyolojik Yaşlanma: Yumurtanın döllenmesiyle başlayan ve yaşam boyu süren bir olgudur. Zamana bağlı olarak bireyin anatomi ve fizyolojisindeki değişimlerdir.
 
Kronolojik Yaşlanma: Geçen zamana göre, birer yıllık birimler esas alınarak yaşanan zaman birimini belirtir. Toplumda bunun karşılığı “yaş” tır. 
 
Patolojik Yaşlanma: Genellikle dış faktörlerin etkisiyle meydana gelen, normal yaşlanma süreci’ni olumsuz etkileyen patolojik olayların tümünü kapsar.
 
Sosyal Yaşlanma: Zaman akışı içinde edinilen sosyal davranış ve sosyal konumun ve sosyal rollerin değişimini tanımlar.  

Psikolojik Yaşlanma: Bireyin davranışsal uyum yeteneğinde,yaşa bağlı olarak meydana gelen değişimlerdir. 
 
Yaşlanma süreci beş aşamada incelenir:

1. Moleküler yaşlanma
2. Hücresel yaşlanma
3. Doku ve organ yaşlanması
4. Bireysel yaşlanma
5. Toplumsal yaşlanma

  
Neden Yaşlanıyoruz?

Yaşlanmayı kısmen açıklayan beş önemli teori var. Bunlar;

    Telomeraz teorisi-program teorisi
    Hormon teorisi 
    Serbest radikaller 
    Eskime teorisi 
    İmmün Sistem teorisi, 

 
A) Telomeraz teorisi-program teorisi

Her hücre bölünmesinden sonra, kromozomlarda kısmi DNA kaybı olur. Buna bağlı olarak sürekli bölünen hücreler sonrası, telomer biter. Öyle bir durum gelişir ki artık hücre bölünemez hale gelir ve ölür.  Her canlıda bir iç saat çalışır. Bu saat durduğunda canlı ölür. Çünkü her hücre sınırlı yenilenme olasılığına sahiptir. Bir hücre 50–150 kez bölünebilir.

Aralıksız çalışan vücut, yaşlandığında gücünü kaybetmeye başlar. Örneğin; yeni hücreler oluşturulmasaydı, devamlı aşınmalar nedeniyle derimiz aniden ortadan kalkabilirdi. Yaşlanmayla birlikte hücre yenilenmesi tamamen sona ermez, ama yavaşlar. Kişi küçülür, zayıflar, organlar gücünü kaybeder. Deri daha yavaş yenilenir, kaslar incelir, kemikler çabuk kırılır, zihin tembelleşir, immün sistem zayıflar. Yaşlanmak, devamlı boşalan bir pile benzetilebilir. Hayatın ışığı daha güçsüz şekilde aydınlanır. Milyonlarca yıldan beri  insan ömrü bu şekilde sürmüştür. Günümüzde  ise, bilim adamları tüm dünyada buna karşı savaşıyor ve biyolojik saati geri almaya çalışıyorlar. 

Biyolojik saat üzerinde etkili unsurlar

-Hücre
-Hücre çekirdeği
-Hücre membranı
-Kromozomlar
-Serbest radikaller
-Proteinler
-Mitokondri
-Enerji
-Temel madde/ Matriks
-Telomer
-Telomerlerin kısalması
 
Ölümsüzlük = telomeraz enzimi

ABD’deki araştırmacılar Ölümsüzlük–telomeraz enzimi ile ilk olarak 1984 yılında karşılaşmışlar. Bu enzim hücrelerin hangi sıklıkta bölündüklerinin unutulmasını sağlıyor ve biyolojik saati devamlı olarak geri alıyor. Yaşam saatimiz kromozomların uçlarında, genetik bilgi taşıyan bölümlerde saklıdır. Burada telomer olarak adlandırılan, bir iplik şeridi üzerinde koruyucu başlık benzeri yapılar bulunuyor. Her hücre bölünmesi telomeri biraz daha kısaltıyor. Telomerler tamamen ortadan kalktığında hücre ölüyor. Telomeraz, telomerleri sürekli olarak onarabilir ve yaşlanma sürecini durdurabilir.  Araştırmacılar telomeraz enzimini aktive eden gen tedavisiyle yaşlanmayı durdurmayı, hatta yaşlanmayı geriletmeyi planlıyorlar. Gelecekte her 10 yılda bir gençleşme tedavisine gitmek zorunda olacağız. O zaman gen tekniği yoluyla biyolojik saat, örneğin; 10 yıl geri çevrilebilecek. Bazı gen araştırmacıları, gelecekte gen preparatlarının, insan ömrünü gerçekten yüzlerce yıl uzatabileceğine inanmaktadır.
 
B) Hormon teorisi

Hormonlar tüm vücudu etkiler ve yaşlanma işlevlerini kontrol ederler. Dokuların veya organların fonksiyonel bütünlüğünü sağlayan özel kimyasal mesaj ileticiler olan hormonlar, iç salgı bezleri tarafından salgılanır ve hedef organa kan yoluyla ulaşarak etki eder. Böylece hormonlar organizmada kimyasal bir koordinasyon sistemi oluşturmuşlardır. Yaşlanmayla birlikte hormon üretiminde azalma meydana gelir. İnsanın bütün vücudunda dengeleyici işlev gören hormonlar, birçok önemli uyarıyı beyne, bağışıklık sistemine ve salgı bezlerine iletirler.  Vücudun neredeyse tüm fonksiyonlarından sorumludurlar. Bu durum önemli bazı proteinlerin oluşumunda bir azalma meydana getiriyor. 

Hormonların genel özellikleri

-Fizyolojik düzenleyicilerdir.
-Çok küçük miktarda etki ederler.
-Canlı hücrelerce salgılanırlar. Bu canlı hücreler, salgılarını kan dolaşımına veren iç salgı     bezlerinin hücreleridir.
-Kan yoluyla hedef organa ulaşırlar.
-Hedef organda spesifik etkiler yaparlar.
 
C) Serbest radikaller

Serbest radikaller, vücudumuzun normal metabolik faaliyetleri sırasında oluşurlar. Çevresel etkilerle de meydana gelebilirler. Endüstri atıkları, güneş ışınları, kozmik ışınlar ve X ışınları, ozon, özellikle otomobil egzozlarından çıkan gazlar, ağır metaller, sigara, alkol, çeşitli kimyasallar, içtiğimiz su ve soluduğumuz hava ilk akla gelenler.  

Oksijen yaşamın kaynağı ama aynı zamanda serbest radikallerin de kaynağıdır. Serbest radikaller ekstra enerjiye sahiptir ve vücudumuzdaki çeşitli yapılara bu enerjiyi boşaltarak zarar görmelerine neden olabilirler. Agresif oksijen bileşikleri diğer bir adıyla serbest oksijen radikalleri, değerli genetik madde olan DNA’nın kırılması veya mutasyonuna neden olurlar. Membran lipid ve proteinlerini yıkarak hücre fonksiyonlarını bozarlar. Ör:LDL kolesterolü hücre duvarına taşıyarak oradan bozulmasına neden olurlar. Günümüzde artık serbest radikallerin pek çok kronik hastalığın oluşmasında etkin bir rolü olduğunu biliyoruz.
 
D) Yaşam enerjisi ve eskime teorisi

Her canlının doğumuyla birlikte belli bir yaşam kredisi vardır. Çünkü her hücre sınırlı sayıda yenilenme olasılığına sahiptir. Her hücre 50–150 kez bölünebilir. Yaşamak için enerji yakmak zorundayız ve enerji yaktığımız için ölüyoruz. Vücutta enerji üretimi sırasında, zamanla hücrelere ve genetik maddeye zarar veren zararlı atık ürünler oluşur. Asıl zararlı madde, insanlar asla inanmak istemese de oksijendir.

Bunu şöyle düşünebiliriz: Hücrelerimizin enerji üretim fabrikaları olan mitokondrilerde, besin maddeleri yakılarak enerjiye dönüştürülür. Bu nedenle hücrelerin oksijene gereksinimi vardır. Besinler oksijen yardımıyla yakılırken, bir miktar “vahşileşmiş, saldırgan” oksijen yani serbest radikal oluşur. Bu radikaller hücrelerimizdeki koruyucu tabakaya tutunur, kromozomlara saldırır ve genlerimize zarar verir.

 Hücrelerimiz milyonlarca sayıda saldırıya karşı koymak zorundadır ve her gün her hücre çekirdeğine en az 10 bin serbest radikal hücum etmektedir. Yanlış beslenme ve sağlıksız yaşam tarzı,stres ve bazen de aşırı spor yapmak bu oranı 10 kat artırır.  Her saldırı gen hasarına yol açabilir ve genetik materyali değiştirebilir. Böylece Kanser, Artrit, Alzheimer ve Kalp hastalıkları meydana gelmektedir.  

Gen hasarı onarılabilir

ABD’de bir grup araştırmacı, bir öğrenciyi trafiğin en yoğun olduğu saatlerde 1,6 kilometre uzunluğunda bir tünelde 20 dakika yürütmüşler ve  zehirli gazlarla dolu bu tünele girmeden önce ve bu tüneldeki yürüyüşten sonra denekten doku örnekleri almışlarır. Tetkikler öğrencinin bu sürede 15 ay yaşlandığını göstermiştir. Öğrenciye daha sona protein, vitamin verilmiş ve uzun süre uyuduktan sonra, ertesi sabah tekrar yapılan incelemeler sonucu hasar gören hücre ve genlerin yenilendiği görülmüştür. Bu çalışma, vücudun serbest radikallerle savaşma ve zararları tamir etmede önemli mekanizmalara sahip olduğunu ispatlıyor. Ancak onarım mekanizmaları yaşla beraber gerilediğinden, vücut yaşlandıkça besinlerde bulunan biyolojik maddelere daha fazla gereksinim duyuyor. 

 E) Bağışıklık sistemi teorisi

Bağışıklık sistemimiz yaşam süresince pek çok mikro organizma tarafından (virüs, mantar, bakteri) saldırıya uğrar. Bedenimiz bu mikro organizmalara karşı sürekli mücadele vermektedir. Ayrıca bedenimizde meydana gelen ölü hücre atıklarını da bedenden atmak için çaba harcar. Sağlıklı bir insanda bağışıklık sistemi mükemmel çalışır. Bağışıklık sistemimizi zayıflatan başlıca öğeler şunlar: Dengesiz beslenmek, kalitesiz ve yetersiz uyku, kronik stres, madde bağımlılığı, büyük şehirlerde ve gürültülü ortamda çalışmak ve ikamet etmek, ağır bedensel işlerde çalışmak, bedensel aktivite eksikliği ve kronik hastalıklar.  
 
Biyologlar yaşamı üç belirgin evrede ele alırlar :

Embriyolojik gelişim: Spermin yumurtayı döllediği andan başlayarak doğuma kadar olan evreyi kapsar.

Büyüme ve olgunluğa erişme: Büyüme, organizmanın doğumundan ergenliğin sonuna kadar olan evreyi kapsar.

Yaşlılık: Vücudun yapı ve işlevlerinde geriye dönüşü olmayan bozulmaların görüldüğü hayatın son evresidir.


Yaşlanmayla birlikte organ sistemlerinde meydana gelen fizyolojik değişiklikler, genellikle normal koşullar altında vücut fonksiyonlarını belirgin şekilde etkileyecek nitelikte değildir. Yaşlanma daha çok sistemlerin yedek kapasitelerini azaltır. Çeşitli stres koşulları altında yaşlı bünye, bu yedek kapasitelerin azalımı sonucu fonksiyonunu artıramayabilir.  Yaşlanma süreci verimliliğimizi ve vücudumuzu değiştirir ve bedenimizde değişimlere neden olur. Organlarda meydana gelen bu değişimleri ise yavaşlatmak mümkündür.

Yaşlılığı aktive eden faktörler:

                              Hormon eksikliği

                              Serbest radikallerin artması

                              Bedensel aktivitenin azlığı

                              Düzensiz yaşam, sağlıksız ve dengesiz beslenme

                              Alışkanlıklar (Sigara, alkol, şişmanlık, fazla  yemek,geç saatlerde yemek)

                              Uyku düzensizliği

                             Stres 

Yaşlılık ve çevre

Yaşlılar istirahat koşullarında normal işlevlerini sürdürüyorlarsa da, çevresel streslere uyum gösterebilme yeteneklerinde önemli ölçüde azalma olmaktadır. Yaşlıların enfeksiyonlara karşı direnci azalmaktadır,fazla sıcak ve fazla soğuk stresini ve iklim değişikliklerini daha zor tolere edebilen yaşlılar, ilaç verilişinden sonra da toksisite ve yan etki riskleri açısından daha savunmasız durumdadır. Yaşlıların çevresel kimyasallardan etkilenme riskide gençlere oranla daha fazladır.

Yaş yükü: kilo

Dünya Sağlık Örgütü kronik bir hastalık diye tanımladığı şişmanlığın tüm dünyada karın, bacaklar ve kalçayı etkileyecek şekilde yayıldığını söylüyor. Yaklaşık 41 milyon Alman’ın kilo fazlası var. Bu kişiler şişman kategorisinde bulunuyor. Sigara içme, hareketsizlik ve aşırı kilo, yaşlanma sürecini hızlandıran üç önemli faktör. 

İnsanlar neden sürekli şişmanlıyor?

Genlerimiz anlayışsız
Çok eski bir enerji tasarrufu kuralı bizleri hala etkiliyor.Olabildiğince az hareket et, olabildiğince fazla ye. Bu hiçbir zaman bugünkü kadar kolay olmamıştır. Çünkü “fast food” yiyecekler hızlı ve tüketilmeye hazır bir biçimde karşımıza gelmekte ve direkt yağ hücrelerini beslemektedir. 
 
Açgözlü ve cimri yağ hücreleri

Günlük yediğimiz sandviçler yağlı besinlerden oluşuyor. Sucuk, salam, kızartmalar, çikolata, tart ve soslarda fazla miktarda yağ bulunuyor. Günde ortalama olarak 142 gram alıyor, en fazla yarısını eritebiliyoruz. (11, 15)

Tembellik kaslara zarar verir

Hareketsizlik sonucu kaslar zayıflıyor. Onların yerini yağ dokuları dolduruyor. Bu nedenle kaloriler serbest şekilde yağ hücreleri içine yerleşiyor ve yağ hücrelerinin boyutu 200 kat artıyor. (5, 11)

Yağ hücrelerinin anahtarları yok

Besin maddelerinde yeterli yaşamsal maddeler olmasaydı daha yüksek yağ dönüşüm oranlarına sahip olurduk.  C vitamini yağların yakılmasını tetikliyor. B6 vitamini, magnezyum, iyot, krom ve selenyum diyet mutfağında önemli bir yere sahip.

Bu değerli maddelerin çok azı yiyeceklerimizde bulunuyor. Bu maddelerin besin yoluyla ve besin takviyesi olarak alınması gerekebilir. Bunların eksikliği halinde milyonlarca yağ hücresi şişer ve kapanır. (4, 5)

Her fazla kilo önemli etkiye sahip

Her ABD’li müdür, yıl içinde aldığı fazladan besinler için yıllık gelirlerinden 1000 dolar fazladan harcama yapıyor. Göbek yasağı yalnızca çalışma mekanıyla ilişkili değil. ABD’li öğrenciler arasında yapılan bir anket öğrencilerin şişman bir kadınla evlenmektense zihinsel özürlü veya kör bir kadınla evlenmeyi tercih ettiklerini göstermiş. Şişmanlar toplum tarafından acımasız şekilde küçük görülüp toplumdan izole ediliyor ve daha da kötüsü kilodan kaynaklı birçok hastalık nedeniyle acı çekiyor. 
 
Mucize ilaçlar yerine egzersiz

İnsanlar günümüzde geçmişe göre 600–800 kalori yani bir öğün daha az yakıyor, ama bu bir öğünden vazgeçmiyor. Asıl sorunlardan biri de insanların koltukta uzanıp çikolata, şekerleme yiyerek, bir yandan da mucize hapları yutarak hızla zayıflamak istemeleridir. Tüm reklam vaatlerine karşın mucize hap veya diyet diye bir şey yoktur. BMI değeri 25’in üzerinde olanların tedavi olmaları gerekir. mora Terapi bu konuda çok güzel çalışıyor.
 
Hangi risk tipindesiniz

Karın bölgesindeki yağ tabakaları (yastıkçıklar) nın ne kadar tehlikeli olduğu  bu yastıkçıkların nerede bulunduğuna bağlıdır. BMI ( Body Mass Index)  yanında yağ dağılımı da (Waist to Hip Ratio-WHR) önemli rol oynar. Kadınlarda kalça ve üst baldır bölgesinde yağ tutulumu daha fazladır. Bu tip kilo almaya “armut tipi” şişmanlık denir. Bu doğanın kadınları ve çocukları korumak amacıyla oluşturduğu bir depodur. Buna karşın erkeklerde “elma tipi” kilo alımı yaygındır. Sağlığımız için tehlikeli olan şişmanlık yağların bel çevresinde toplandığı elma tipi şişmanlıktır. Kötü yağlanma, arteriyoskleroz, miyokard enfarktüsü ve inme için risk faktörüdür.

Kas yağdan daha ağır

Ne baskülün gösterdiği ağırlık, ne de modern BMI Formülü gerçek vücut durumu hakkında tam olarak bilgi verebilir. Çünkü ince görünen bir kişi fazla kiloya sahip olabilir veya şişman olduğu düşünülen bir kişi optimal şekilde donatılmış olabilir.
 
Kalori yaşam süresini kısaltıyor

Kalori konusunda tutumlu davranan kişilerin yaşam sürelerini uzattığı bilimsel olarak ispatlanmış.  ABD’de ölümsüzlüğe ulaşmak isteyen kişiler yıllardır 1500 kalorilik kısıtlanmış diyet uyguluyor ve her gün avuç dolusu vitamin hapı alıyorlar.  

Çok fazla yemek yaşlanmaya neden oluyor. 100 yaşındaki kişilerde yapılan çalışmalar, çoğunun çok zayıf olduğunu, fiziksel ve zihinsel olarak aktif olduğunu ve az kalori aldıklarını göstermiş.  Çinliler 3000 yıldan beri akşam yemeğinin düşman olduğunu biliyor. Bu nedenle anti-aging uzmanları hastalarının diyetlerinden akşam yemeğini kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bu insanların çok hoşuna gitmemektedir. Çünkü akşam yemeği mum ışığı ve romantik müzik eşliğinde veya çocuk sesleri arasında olması fark etmez yaşamı daha keyifli hale getiriyor. Bu nedenle kişiler yağ oranını yarıya indirerek bu risk faktörünü hafifletmeye çalışmaktadırlar. Kendinizi sıkıntıya sokmaksızın kalorilerden kaçının ve bunu tüm gün uygulayın.  

Tamamlayıcı Tıp ile Anti Aging Tamamlayıcı Tıp Bakış açısıyla Anti Aging nasıl olmalıdır?

 Hastanın genel sağlık profilinin, beslenme ve yaşam alışkanlıklarının, derisinin, laboratuar tetkiklerinin, vücut kas ve yağ oranının, fiziksel rahatsızlıklarının tümünün değerlendirilmesini takiben kişinin yaşına ve şikayetlerine uygun bir anti aging programı başlatılmaktadır (25 yaş ile 65 yaş farklı uygulamaları gerektirir). Unutulmamalıdır ki anti aging’in beli bir başlama yaşı yoktur, çünkü aktif koruyucu hekimlik doğumla başlar.

Basamak basamak uygulanacak tedaviler şunlardır :

 1. Hormon tedavisi: Asıl amaç eksiği yerine koymaktır. Bu tedavinin mutlaka bir endokrinoloji uzmanıyla birlikte yapılması gerekir. Hormonların hepsi birbiri ile  ilişki içindedir. Kontrolsüz yapılacak bir hormon takviyesi pasif halde olan bir hastalığı aktif hale getirebilir.  Kontrolsüz bir östrojen takviyesinin Meme Ca oranını artırdığı bilinmektedir. Hormon takviyesi yapılmadan önce mutlaka tamamlayıcı tıp metotları kullanılarak vücudun regülasyonu sağlanmaya çalışılmalıdır. Bu bağlamda kullanılan metotların başında biyofoton, nöral terapi, proquant, fitoterapi, homöopati ve akupunktur gelir. 

2. Thymus-timüs tedavisi: Bu tedavinin bireyin bağışıklık sistemini güçlendirmek için önemi büyüktür. 

3. Tamamlayıcı tıp metotlarının tedaviye dahil edilmesi: 

    Nöralterapi 
    Kaliteli uyku,
    Homeopati,
    Enzim-Mineral ve omega - 3 desteği
    Sağlıklı ve dengeli beslenme,
    Akupunktur,
    Detox-Toksinlerden arınma,
    İhtiyaç durumunda natürel ürünlerle cilt bakımı,
    Refleksoloji,
    Kolon hidro terapi,
    Kendi kanı ile tedavi-ozon tedavisi
    Bedensel aktivite ve stres ile mücadele.
    Hipnoz,
    Biofeedbeck

4. Stres menajerliği: Psikiyatri uzmanı tarafından değerlendirilip zihinsel rahatsızlıkların düzeltilmesi 
 
5. Chelate tedavisi: Chelate; gevşek yapı gösteren bileşiği bir metalle birleştirmek; bu suretle bileşiğin yapısını kuvvetlendirmek 

6. Serbest radikaller: Serbest radikallerden korunmak ve serbest radikallerin riskini azaltmak  için doğru ve programlı olarak antioksidanların verilmesi 

7.  Yaşam şeklinin düzenlenmesi ve değiştirilmesi

8.  Ozon tedavisi veya oksijen tedavisi 

9.  Zararlı maddelerden kurtulmak: Sigarayı bırakmak, alkol tüketimini sınırlamak vs.

10. Manyetik alan tedavisi ve Proquant ile tetkik ve tedavi

Öncelikle uygulanacak tıbbi yaklaşım aktif koruyucu hekimlik temeli üzerine kurulu olmalı ve doğal tedavi yöntemlerini  kullanmalıdır.   
 
Doğal yöntemlerle tedavi ve diğer bir adıyla tamamlayıcı tıp hastalıkları meydana getiren genetik, sosyal, çevre ve iş faktörlerini , o organdaki bozukluktan etkilenen diğer organları, fonksiyonel değişiklikleri, oluşan psikolojik farklılaşmaları birlikte değerlendirerek, kişinin hastalıklı organdan öte bütünlüyle sağlıklı olması ve iyilik haline kavuşması çabasını içermektedir.  Tamamlayıcı tıp geçtiğimiz yüzyılın sonunda tamamen sanayileşen ve metalaşan tıbbın insana tekrar kazandırılmasının çabasıdır.
 
Modern tıp ise hastalıklarla uğraşmakta, ortaya çıkan  hastalıkların cerrahı veya medikal tedavisi  üzerinde  sürekli yeni ilaçlar yeni tedaviler geliştirmeye çalışmaktadır. Modern tıp anti aging alanında çalışmalarını yoğunlaştırmakla birlikte yeterli yaklaşımı sunamamaktadır.

Çünkü anti aging  tamamen aktif koruyucu hekimlik uygulaması olmak zorundadır. Hastalıklar ortaya çıkmadan, hücre ve organlarda başlamış hasarlar veya hasar oluşturabilecek durumları tersine çevirebilmek gerekmektedir. Ayrıca oluşan hastalıkların tedavisinde modern tıbbın uygulamalarının yanı sıra tamamen doğal yöntemleri içeren tamamlayıcı tıp uygulamaları da kullanılmalıdır.

Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde bilinçli ve kültür düzeyi yüksek kesimlerin daha insani ve doğal yöntemlere yönelmesi ile birlikte hekimlerin de bu alana ilgisi artmış ve Avrupa başta olmak üzere Tıp Fakülteleri’nde  Tamamlayıcı Tıp kürsüleri kurulmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise tamamlayıcı tıp alanında akademik tıp eğitimi ne yazık ki yoktur. Tamamlayıcı tıbbın bazı uygulamalarını yapan hekimler olsa da bütünlüklü bir yaklaşımdan yoksun kalınmakta, bazı ehil olmayan kişilerce yetersiz ve yanlış uygulamalar da yapılabilmektedir.

Nöralterapi  ve  Anti Aging

Yaşlanma fizyolojik bir olaydır.Kader değildir.
Ancak koordine edilmeden erken yaşlanma oluşursa ,bu durum bir hastalık olarak algılanabilir.

Yaşlanan dokularımız sıvı kaybeder.Kaybedilen sıvının yerine toksik ürünler  yerleşmeye başlar.Biriken toksik ürünler damar çeperlerinde ve hücrelerde kalsifikasyonla kendini göstermeye başlar.Bu toksik ürünlerin miktarının  artması ile dolaşım sistemimizde ve metabolizmamızda patolojik olaylar kendini gösterir. Bu olayların devamında  bağışıklık sistemimiz zayıflar ve vücudumuzun  tüm işlevlerinde azalmalar görülür.Bunların  doğal sonucu olarak hastalıkların oluşması kaçınılmazdır.

Hayvan deneylerinde ; Belli sürelerde ardışık  ve toksik dozlarda verilen maddelerin, sinir iletisini yavaşlattığı, damar duvarında kalsifikasyonlar oluşturduğu ve dolaşımda bozulmalara neden olduğu gözlenmiştir

Deney hayvanlarında da gösterildiği gibi, otonom sinir sisteminde oluşan iletim bozukluğu yaşlanmayı hızlandırmaktadır.Fizyolojik yaşlanmada ortaya çıkan değişiklikler incelendiğinde;dolaşımda ve ekstrasellüler alanda, temel madde de(matriksde) ilk bozulmaların ortaya çıktığı görülmektedir.Ve bu durumda bedene gelen çeşitli uyarılara yaşam fonksiyonlarımız için gerekli reaksiyonlar verilemez hale  gelmektedir.

Bunlara birde vegetatif sinir sistemini zorlayan ,bedenin kendini regüle etmesini engelleyen bozucu alanlarda eklenirse yaşlanmanın hızlanması kaçınılmaz hale gelir.

İnsan bedeninin belli bir regülasyon  kapasitesinin olduğu bilinmektedir.Bunu korumak için aşırı enerji harcanması vücudumuzun  bitkin düşmesine neden olur.

Birçok uyarının arka arkaya gelmesi ve uyarıların kronikleşmesi sonucunda vücudumuzdaki regülasyonun bozulduğu ve vücudun labil bir hale geldiği Nöralterapi’de bilinen bir gerçektir.

Vegatatif sinir sisteminin ve temel maddenin bozulması yaşlanmada en önemli rol oynayan nedenlerden bir tanesidir.

Vegetatif sinir sistemi üzerinde etkili olan,  kronikleşmiş fazla sayıdaki uyarı veya uyarılar başka bir deyişle  “Bozucu Alanlar” ın elimine edilmesi fizyolojik yaşlanmayı durdurmada en etkin tedavi metodu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Farklı hastalıklar için bize başvuran birçok hasta, kısa sürede kendini daha dinç ve daha iyi hissettiğini  bildirmektedir.Yürüyüşü düzelen, görme ve duyma yeteneği artan, uykuları düzelen ve  konsantrasyonu artan hastalarımız  oldukça fazladır.

Ne yazık ki 1928 ‘ten beri Nöral Terapi’de gözlenen bu gerçekler, bugüne kadar Geriatri bilim dalının dikkatini çekmemiştir

Huneke kardeşlere borçlu olduğumuz bu tedavi metodunda kullanılan ilaç % 1’lik prokaindir.

1954-1956 ‘lı  yıllarda büyük başarılar kazanan Prof.Dr. Anna Aslan tarafından yapılan çalışmalar tüm dünyanın dikkatini prokain üzerine  çekmişti. Prof.Dr.Anna Aslan bu çalışmalarında prokainin yıkılması ile PAB’in ( Para- aminobenzoikasit) ortaya çıktığını belirtti. Bu maddeyi Gerovital H3 olarak adlandırdı ve vitamin benzeri bir madde olduğunu söyledi.  Prokain’in yıkım ürünü olan H3 maddesinin  gençleştirici özelliği göz önüne alınarak büyük  klinikler kuruldu. Prokain tabletleri gençleştirici olarak kullanıldı.

Bunların sonucunda;  Prokain, içinde vitamin sözü geçtiği için modern tıpta ilaç olarak kullanılmaya başlanmasına karşılık, etki mekanizmasının  aydınlatılması yarım kalmıştır.

Nöral terapi uygulayan  hekimler, prokainin asıl etkisinin, H3 maddesinden kaynaklanmadığını, gerçek etki mekanizmasının vegetatif sinir sistemi ve temel maddeki regülasyonun üzerinden  olduğunu bilmektedirler. Nöralterapistler,litrelerce procain kullanmak değil , doğru yere doğru dozlarda prokain  kullanılmasının etkili olacağı görüşündedirler.Nöral terapinin etki mekanizması, gerek hücrenin repolarizasyonu ve gerekse hücre düzeyindeki regülasyon ile açıklanmaktadır.

 Sonuç olarak;   Tamamlayıcı Tıp ile oluşturulacak anti aging protokollerinde, en önemli basamaklardan biri olan Nöralterapi yapılmadan uygulanan tedavilerde, kalıcı ve gerçekçi bir çözüm  düşünülemez.
DİĞER YAZILARIMIZ
Kıkırdak Hasarı ve Tedavi Yöntemleri Osteokondrit
Günümüz toplumunda kıkırdak bozuklukları oldukça sıktır.    Osteokondrit ( kıkırdak bozukluğu ) özellikle asitik beslenme sonucu alkali olan eklem kıkırdağına verilen zarar, obesite sonucu ekleme binen aşırı yükler, mekanik aksta oluşan bozukluklar sonucu çağımızın üzerinde durulması gereken en önemli ortopedik problemlerden biri olmuştur. Sadece semptomatik olgulara girişim yapıldığı için, erişkinlerde kıkırdak lezyonlarının insidansı hakkında sağlıklı bilgiler yoktur. Genel olarak kabul edilen görüş, 1 cm’den büyük lezyonların semptom verdiği ve osteoartrite ( kireçlenme ) dönüşebildiğidir. Erişkinlerde kıkırdak lezyonlarının kendiliğinden iyileşme yeteneği yoktur. Şimdiye kadar tanımlanmış olan tedavi yöntemleri ile, normal hyalin kıkırdağın 3 boyutlu mimari yapısı ve histolojisini yeniden oluşturmak mümkün değildir.     Güncel kıkırdak onarım teknikleri kabaca fibröz kıkırdak ve hyalin benzeri kıkırdak oluşturma teknikleri olarak kabaca iki grupta incelenebilir.      Fibröz kıkırdak yöntemleri arasında en sık uygulananlar subkondral perforasyon ( Drilling ) ve mikro-kırık teknikleridir. Her ikisinde de amaç, subkondral kemiği uyararak, kemik iliğindeki mezenkimal kök hücrelerinin kıkırdak defektine ulaşmasını sağladıktan sonra; bu hücrelerin sürekli pasif hareket varlığında ve sinovyal sıvı ortamında fibrokartilaja dönüşmelerini sağlamaktır. Oluşan tamir dokusu, normal hyalin kıkırdaktan mimari olarak farklıdır ve biyomekanik olarak daha zayıftır. Uzun süreli izlemde bu kıkırdağın dejenere olarak işlevini kaybetmesi beklenir. Yine de, kolay olması, artroskopi ile uygulanabilmesi, morbiditesinin düşük olması dolayısıyla en sık uygulanan tedavi yöntemlerinden biridir.         Artroskopik gerekli işlemleri yapıldıktan sonra eklem içerisine Kök hücre ( stem cell ), PRP ( Platelet Rich Plazma ) veya PRGF  uygulamaları yapılarak başarılı sonuçlar alınabilir.         Bu uygulamalar oldukça başarılı cerrahi yapılmadan önce muhakkak akılda bulundurulması gereken cerrahiye ciddi alternatif olan tedavilerdir. Şu iyi bilinmelidir ki hastada semptomlara yol açan nedenler kıkırdak hasarı değil diz etrafındaki yumuşak dokulardan kaynaklanan ağrılardır. Çünkü eklem yüzeyini kaplayan hyalen kıkırdakta ağrı hissini taşıyan sinir lifleri yoktur. Siz içerideki kıkırdak yapıyı protezle değiştirseniz bile etraf yumuşak dokuyu, bağları göz ardı eder onları güçlendirici tedaviler yapmazsanız hastanın şikayetlerini düzeltemezsiniz.
Diz Eklemindeki Menisküs Yırtıkları
Günümüzde spor faaliyetleri ve fiziksel form hedefleyen egzersizler rağbet gördükçe diz yaralanmaları da her yaştaki insanlarda gittikçe daha sık görülmektedir. Diz eklemi vücuttaki en büyük eklemdir. Diz eklemi 3 kemikten oluşmaktadır. Yukarıda uyluk (femur) kırığı aşağıda bacak (tibia) kemiği ve öndeki parça diz kapağı (patella) kemiğidir. Diz eklemi fleksiyon ve ekstansiyona izin veren menteşe tipi eklem olmasına rağmen,hareket esnasında rotator eklem fonksiyonu da gösterir. Eklem yüzleri birbirlerine çok uygun olmadığı için eklem yardımcı dokularla güçlendirilmiştir. Bunlar diz eklemi bağları (Ligamentler) ve çukur şeklindeki kıkırdaklar (Menisküsler)'dir.ANATOMİ:Her dizde iç ve dış olmak üzere iki adet fibrokartilajinöz yapıda bulunan menisküsler vardır. Menisküsler yarım ay şeklinde, periferik kısımlarının koveks ve kalın içe doğru incelerek seyreden (enlemesine kesitlerde) üçgen biçiminde olup tibia eklem yüzünün 3/2 örtecek şekilde yerleşir.Menisküsler kompresyona direnç gösterecek biçimde yoğun sıkı örgü şeklinde kollajen lifleri bulunan elastikiyeti olan ve önemli görevleri üstlenmiş yapılardır. Menisküslerin şok abzorbe edici görevi, eklem kıkırdaklarının beslenmesine yardımcı diz stabilitesini sağlar ve yükün daha geniş bir alana dağılmasını ve eklem kıkırdaklarının yüksek basınçtan korunmasını sağlar.ETYOPATOLOJİ:Menisküs yırtıkları her yaşta görülebilmektedir.Ancak oluş mekanizmaları farklıdır. Genç insanlarda menisküs dokusu sağlam olduğundan ciddi travmalar sonucu yırtılırlar. Menisküs yırtığına neden olan travma ve zorlamaların kapsül, yan ve çapraz bağlarda yaralanmalara neden olduğu unutulmamalıdır. İleri yaşlarda menisküs dejenerasyondan dolayı zayıflar ve çok basit diz hareketlerinde bile yırtılabilir. İç menisküsün daha geniş kalın olması ve medial yan bağa sıkıca yapışmış olmasından dolayı daha hareketli olan dış menisküse göre 5-7 kat daha sık olarak yaralanır ve yırtılır.Menisküs yırtıkları yırtık biçimine göre sınıflandırılmıştır:- Uzunlamasına yırtıklar; menisküs kenarına paraleldir, kısmi veya tam olabilir.- Enlemesine yırtıklar; menisküsün superior ve inferior yüzlerinin ayrılması şeklinde olur- Oblik yırtıklar- Radial (perifere dikey) yırtıklar- Değişik tip yırtıklar(flep şeklinde, kova sapı şeklinde, papağan ibiği şeklinde, karışık veya dejeneratif menisküs yırtıkları)Menisküste damarlı kısım periferde olduğu için iyileşme ancak bu bölgede olur.Bu nedenle son yıllarda artroskopik cerrahinin gelişmesiyle periferik menisküs yırtıklarının onarımı başvurulan onarım yöntemlerinden biri olmuştur.KLİNİK BULGU VE BELİRTİLERİ:Menisküs yırtıklarının büyük çoğunluğunda ağrı, şişlik ve kitlenme gibi üç ana belirti vardır. Ağrı en önemli belirtidir ve sıklıkla yırtık olan menisküs tarafında eklem hizasında olur. Merdivende ve çömelirken ağrı artar kitlenme yırtık olan menisküs parçasının eklem aralığına sıkışması ile olur ve bükülen diz uzun süre açılamaz.Menisküs yırtığı olan dizde sıklıkla sıvı birikmesi de olur. Hasta bunu dizinde şişme ve dolgunluk hissi olarak algılar. Duyarlılık eklem aralığı boyunca bulunabilir, bu menisküsün periferik yapışma yerlerindeki yırtılma veya zorlanmaları gösterir.TANI:Tanıya anamnez, fizik muayene, menisküse yönelik özel testler, radyo-diagnostik yöntemler ve artroskopiyle ulaşır hastanın hikayesi yaralanmanın oluş şekli ve zamanı,travmanın şiddeti, şikayetleri, muayene bulguları ve özel testler (mcmurray, Apley testleri) ile menisküs yırtığından şüphelenilebilir. Düz röntgen grafilerinde menisküsler görülmez; ancak dizdeki başka anormallikleri görme açısından çekilmesi önerilir. En iyi tanı aracı manyetik rezonanstır(MRI) Menisküs yırtıklarını %80-93 arasında gösterir, ayrıca beraberinde diğer eklem yapıları da görülür. Eğer bunlarla tanı konulamazsa artroskopi ile dizin içine bakılarak tanı kesin olarak konulabilir.TEDAVİ:Konservatif tedavi:Akut bir diz travmasını takiben,dizdeki patolojilerin tanısı konulana kadarki ilk tedavi kanservatif olmalıdır.Öncelikle ekstremite yükten arındırılarak,istirahata alınır. Semptomik tedavi medikal olarak anti enflamatuvar ve analjezik ilaçlarla sağlanır. Akut belirtilerin azalmasından sonra diz eklemi dikkatlice muayene edilir ve bulgulara göre tedavisinin gidişi saptanır. İlk tedavi yaralanmanın şiddetine bağlı olarak ortalama 10 ila 20 gün sürdürülür. Bu süre sonrasında yük verilir.Bundan sonraki aşamada dizde lokalize palpasyon ağrısı devam ediyor; ancak bağ sistemi sağlamsa kitlenme ve hidroartroz yoksa konservatif tedaviye devam edilir.Dize elastik bandaj veya dizlik sarılır. Hastanın sportif aktivitelerine ara vermesi söylenir ve progressif quadriceps egzersizlerine devam edilerek hasta izlenir.Cerrahi Tedavi:1-) İlk tedaviyi takiben tekrarlayıcı ağrı ve süregelen effüzyonlar ve de kilitlenme gibi septomlar günlük veya sportif yaşamı engellemeye başladığı anda menisküse yönelik cerrahi tedavide maximum menisküslerin korunmasını hedefleyen menisküslerin cerrahi olarak çıkarılması yani menisektomiler, menisküsün bütünü çıkarılmasını içeren total menisektomiler veya yalnız yırtık parçanın çıkarılmasını içeren parsiyel menisektomiler şeklinde yapılır.2-) Pereferik yırtıklarda yırtığın dikişlerle tespit edilerek menisküs tamirleri menisküs tedavilerindeki son aşama menisküs transplantasyonlarıdır.Daha önce menisküsü alınmış hastalarda gelecekte karşılaşılacak dejeneratif değişiklikleri önlemek ve diz stabilitesine olan katkılarına tekrar kazanabilmek için alternatif bir yöntemdir. Son yıllarda giderek uygulama alanı bulan transplantasyonda ilke, kadavradan alınan menisküs dokusunun transplante edildiği yeni dizde de canlılığını sürdürmektedir.ARTROSKOPİ:Tüm dünyada büyük eklem yaralanmalarının tanı ve tedavilerinde çok sık kullanılan bir yöntemdir. Hastaya zarar vermeyen minor cerrahi bir işlemdir. Artroskopi teknik olarak çok küçük ameliyat kesileri yardımıyla eklem içerisine yerleştirilen kurşun kalemden daha ince aletler ile ve fiberoptik kamera yardımıyla monitör ekranından eklem içerisinin net bir şekilde görüntülenmesi esasına dayanır. Eklemin sağlamlığını temin eden yapılara bir zarar verilmediğinden hastalarımız artroskopi sonrası çok kısa sürede eski işlerine ve aktivitelerine dönebilmektedir. 
Diz Ekleminde Sinsi Tehlike Osteonekroz
Osteonekroz, son yıllarda diz cerrahisi ile ilgilenen ortopedik cerrahlar arasında oldukça çok tartışılır olmuştur. Bunun da en önemli nedeni; görüntüleme yöntemlerindeki gelişmelere paralel olarak osteonekroz’un tanısının kolay konulabilmesine karşın, tedavideki başarının istenilen düzeyde olmamasından kaynaklanmaktadır.Kemiğin çeşitli sebebler sonucu ölümüne osteonekroz denir. Osteonekroz spontan osteonekroz ve sekonder osteonekroz olmak üzere iki grupta incelenir. Spontan osteonekroza idiopatik veya primer osteonekroz adları da verilir ve tüm osteonekrozların %40’ını oluşturur. Sekonder osteonekroz ise bir takım hastalıklara veya ilaçlara bağlı olarak oluşur ve tüm osteonekrozların %60’ını oluşturur. Osteonekroz birinci sıklıkta kalça ekleminde görülürken ikinci olarak da diz çevresinde görülür.SPONTAN OSTEONEKROZSıklıkla 60 yaş üzerinde ortaya çıkar ve kadınlarda 3 kat daha fazla görülür. Diz ekleminde ani başlayan ağrı ile karakterizedir ve en sık kemiğin yük binme yüzeyinde ortaya çıkar. Diz eklemini tutan spontan osteonekroz’un, günümüzde halen nedeni tam olarak bilinmemektedir.SEKONDER OSTEONEKROZSıklıkla genç hastalarda ( 20-55 yaşları arasında ) görülür. Birden fazla eklemi tutar ve asemptomatik olabilir. Spontan osteonekroza göre daha geniş alanı etkiler. Sekonder osteonekroza yol açan birçok sebep vardır:·         Bunlardan en sık görülenleri:·         Steroid ve NSAİ ilaç kullanımına bağlı osteonekroz·         Sistemik Lupus Eritematosus (SLE)·         Alkolizm Sonucu Osteonekroz·         Menisküs yırtığı Ameliyatı sonrası Osteonekroz·         Artroskopik Lazer Kullanımına Bağlı Osteonekroz·         Gaucher Hastalığına Bağlı Osteonekroz·         Gebeliğe Bağlı Osteonekroz·         HIV Enfeksiyonuna Bağlı OsteonekrozSPONTAN OSTEONEKROZUN TANISIKlinik olarak 60 yaş üzerinde kadınlarda daha sık olarak görülür. Hastalar genellikle dizlerinde ani başlayan şiddetli ağrı ile hekime başvururlar. Lezyonun olduğu bölgeyi iyi lokalize ederler. Ağrı yüklenme ile artar ise de hastaların çoğu istirahatte ortaya çıkan gece ağrısından şikayet ederler. Başlangıçta şiddetli olan bu ağrı aylar içerisinde azalır. Ağrı ile birlikte hafif dereceli sinovit atağı görülebilir. Akut dönemde diz hareketlerinde kısıtlılık ortaya çıkabilir.Osteonekroz klinik ve radyolojik verilere göre 4 evreye ayrılır. Bütün evrelerde aynı belirti ve bulgular değişik derece ve şiddette (ağrı, hassasiyet, efüzyon ve sinovit ) olabilir.Evre 1: Şiddetli ağrı vardır. Semptomları 6-8 hafta sürer. Çoğunlukla geri dönüşümlüdür. Direkt röntgenografi normaldir. İlerleme göstermeyen tiplerinde MR da görüntü verebilir. Kemik sintigrafisi bu evrede her zaman pozitiftir. Bu evrede tedavi konservatiftir.Evre 2: Ağrının şiddeti evre 1 e göre biraz daha azalmıştır. Semptomları 2-4 ay sürer. Röntgende görülebilir. Geri dönüşlüdür.Evre 3: Orta şiddette ağrı vardır. Semptomları 3-6 ay sürer. Bu evrede kemik sintigrafisi, MR ve BT pozitif olsa da direkt röntgenografiye göre üstünlüğü yoktur. Artık lezyon geri dönüşsüz hale gelmiştir.Evre 4: Semptomları 9-12 ay sürer. Direkt radyografilerde lezyon görülür ve buna ek olarak eklem yüzeyinde çökme oluşur. Geri dönüşümsüzdür . Artık evre 4’e ulaşan lezyon eklemde ileri derecede dejeneratif değişikliklere neden olur. Eklem yüzeyindeki bozulmaya bağlı olarak ağrı şikayetinde artış olur.Klinik tanı birçok eklem hastalığı ile karışabilir. Bu nedenle radyolojik görüntüleme metodları ile kesin tanı konulabilir. Tanıda direkt röntgenografi, kemik sintigrafisi, Bilgisayarlı tomografi ve Manyetik rezonans görüntüleme(MR) tetkikleri kullanılabilir.Kemik sintigrafisi: Erken tanı konulabilmesi en önemli avantajıdır. Buna karşılık osteonekrotik alanın tam olarak lokalizasyonunun elde edilememesi ve diğer aktivite artışına neden olan hastalıklardan ayrımının yapılamaması en önemli dezavantajıdır. Bu nedenle günümüzde osteonekroz tanısında ilk tercih edilecek görüntüleme yöntemleri arasında değildir.Direkt Röntgenografi: Erken dönemde direkt radyografi ile tanı konulamaz, ancak ilerleyen evrelerde kemikte yıkım yapmaya başladığında bulgular ortaya çıkar.Bilgisayarlı Tomografi(BT): Evre 1 ve 2 gibi erken evrelerde normal bulgu verir. Ancak evre 3 ve 4 gibi eklemde hasar yapan ileri evreli lezyonlarda lezyonun lokalizasyonu ve büyüklüğü hakkında ayrıntılı bilgi verebilir.Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR):  Günümüzde osteonekrozun tanısında en önemli görüntüleme yöntemidir. Erken evrede bile yüksek hassasiyet gösterir. En önemli avantajı erken dönemde tanıya izin vermesi, lezyonun hakkında ayrıntılı bilgi vermesi ve en önemlisi lezyonun eklem kıkırdağı ile ilişkisini göstermesidir.TEDAVİOsteonekroz da tedavi konservatif ve cerrahi olmak üzere 2 şekilde incelenebilir. Amaç erken evrede tanı koyup erken tedaviye başlamaktır. Özellikle erken evrede konservatif tedavi ön plandadır. Cerrahi tedavi ise ilerleyen evrelerde kullanılır.Konservatif TedaviEvre 1’de konservatif tedavi uygulanır, bu da kısmi yük verdirme,  Analjezik  ilaçlar ile yakınmalar azaltılabilir. Sportif aktiviteler kısıtlanır. Evre 2 de konservatif tedavi lezyonun büyüklüğüne bağlıdır.Cerrahi TedaviEvre 3 ve 4 de konservatif tedavinin yeri yoktur, tek tedavi biçimi cerrahidir. Tedavi hastanın yaşı, osteonekrozun etyolojisi, lezyonun yeri, dönemi, büyüklüğü ve kemik defektinin olup olmadığına göre farklılık gösterir.Diz eklemini ilgilendiren osteonekrozun cerrahi tedavisinde sık olarak kullanılan yöntemler: Cerrahi tedavi yöntemleri;·         Core-Dekompresyon·         Artroskopik Debridman·         Kök hücre ( Stem Cell )·         PRGF ( Platet Rich Growth Faktör )·         Proloterapi·         PRP ( Platelet Rich Plazma )·         Düzeltici Osteotomiler·         Osteokondral Greftler·         Diz Protezleri·         Karbon Fiber veya Demineralize Kemik Matriksi ile Defektin Doldurulması·         Periosteal veya Perikondral Otogreftler·         Kondrosit ve Mezenkimal Hücre Kullanımı·         Otolog kondrosit kültür uygulaması·         Kalloosseöz greftBu yöntemlerin gelişmesi ile gelecekte osteonekroz tedavisinde rutin kullanıma girmeleri mümkün olabilecektir.PROGNOZDizdeki osteonekrozun doğal seyri kalçadakinden farklıdır. İdiyopatik osteonekrozlu hastaların %50’ye varan kısmı pre-radyolojik dönemde iyileşir ve osteoartrit gelişmez. Prognozu belirleyen en önemli faktör lezyonu büyüklüğüdür. Sekonder osteonekrozu olan hastaların prognozu daha kötüdür.Sonuç olarak günümüzde radyolojik görüntüleme yöntemlerindeki gelişmelere bağlı olarak, diz eklemini tutan spontan osteonekrozun tanısının konulması çok erken dönem hariç, oldukça kolaylaşmıştır. Ortopedik cerraha bu kadar önemli bilgiler sağlayan teknolojik gelişmelere rağmen halen tedavi konusunda osteonekrozun birinci evresi hariç, ortak görüş birliği yoktur. Bu aşamada tedavi kararının verilmesinde cerrahı yönlendirecek olan en önemli nokta kendi klinik gözlemleri ve tecrübesi olacaktır.
Diz Artroskobik Cerrahisi
Artroskobik cerrahi nedir?Artroskobik cerrahi de eklem içine küçük bir delikten bir kamera yerleştirilerek görüntü monitöre aktarılır. Sonrasında da operatör yine küçük bir delikten eklem içine sokulan değişik cerrahi aletlerle monitörden izleyerek operasyonu gerçekleştirir. Artroskobik cerrahide kullanılan cerrahi aletler kalem ucu büyüklüğündedir. Avantajları; Eklem içindeki menisküs, kıkırdak, bağlar ağrı duyusu olmayan dokulardır. Artroskobik cerrahi çevre dokulara zarar vermeden ve yaralamadan direkt eklem içine girilmesine ve sadece hasta olan dokulara müdahale edilmesine olanak sağlar. Böylece operasyon sonrası son derece rahattır.Artroskobik cerrahi sırasında eklem içi yapıları çok yakın ve büyütülmüş olarak görülür. Bu sayede hastalıklı dokular çok daha iyi teşhis ve tedavi edilebilirler.Artroskobik cerrahide eklem hareketlerini sağlayan iyileşmesi zor ve ağrılı adele, kapsül gibi dokulara hiç dokunulmamaktadır. Böylece ameliyat sonrası eklem hareketleri ağrısız ve rahat tır. Ayrıca ameliyat yarası, kanama olmadığından pansuman ihtiyacıda yoktur. Enfeksiyon riski de açık cerrahilere göre çok düşüktür. Diz Artroskobik cerrahisi yarım santimlik 2 küçük delik aracılığıyla gerçekleştirilir. Dizde artroskobinin kullanım alanlarıArtroskobik cerrahi ile eklem içindeki bütün hastalıkları tedavi edilebilmektedir. En sık kullanıldığı yerler;Menisküs cerrahisiÖn ve arka çapraz bağ operasyonlarıEklem kıkırdak hastalıklarının bir kısmıFazla ilerlememiş diz kireçlenmeleriDiz kapağının dışa dönüklüğü ve çıkıklarıDiz içi enfeksiyonlarDiz içi iyi huylu tümör ve kistlerARTROSKOBİK MENİSKÜS CERRAHİSİMenisküs tedavisinde 2 ayrı cerrahi tipi vardır. Menisküsteki yırtık kan damarı olmayan bölgede ise sadece yırtık bölüm alınarak tedavi edilir. Menisküs yırtığı kan damarı olan (kırmızı bölge) bölgede ve hasta 45 yaş altında ise yırtık dikilerek tedavi edilir. Kırmızı bölge yırtıklarından çok eski ve parçalı olanları ile 45 yaş üstündeki kişilerde olanlarda menisküs dikişi tercih edilmez ve yerine yırtık alınır. Menüsküs dikişi son derece komplike ve zor bir cerrahidir ve sadece bu konuda deneyimli diz cerrahları tarafından yapılmalıdır. Dış menisküs dikişi sırasında bazen diz arkasındaki damar ve sinirleri korumak için küçük ekstra bir kesi açılması gerekebilir. Menisküs ameliyatları sonrası hastalar 1 gün hastanede tutulmakta ve sonrasında evlerine yollanmaktadır. Ameliyat sonrası ağrı olmamaktadır. Menisküs yırtığının alındığı vakalarda ameliyattan hemen sonra hasta koltuk değneği kullanmadan direkt bacağına yük vererek yürüyebilmekte, merdiven inip çıkabilmektedir. 3 gün buz uygulaması ve ev istirahati sonrası hastalar ofis çalışmasına geri dönebilmektedir. İşi ayakta olanların işlerine dönmelerine 10. gün izin verilir. Hastalar düz koşuya 20. gün başlayabilmekte ve spora 1. ay sonunda dönmektedirler. Profesyonel sporcularda özel rehabilitasyon programları ile 20. gün sportif aktiviteye dönmeleri mümkündür. ARTROSKOBİK KIKIRDAK OPERASYONLARI Diz eklem kıkırdaklarındaki sorunlarda artroskobik cerrahi ile bir çok işlem gerçekleştirilebilmektedir. Aşağıda bunlara ait özet bilgiler verilmiştir. Mikrokırık yöntemiKemik iliğinde kıkırdak hücresine dönerek iyileşme potansiyeli olan hücreler bulunur. Bu yöntemde hasarlı kıkırdak bölgesinde milimetrik kırıklar oluşturularak bu bölgede yeni kıkırdak dokusu oluşturulur. Bu yöntemle elde edilen yeni kıkırdak dokusu orjinal kıkırdak dokusundan biraz farklı bir yapıya sahiptir. Oldukça ucuz ve etkili bu yöntem 45 yaş altı ve 3 cm2 den küçük kıkırdak kayıplarında kullanılılabilir. Hastalar ameliyat sonrası dizlerini rahat bükebilmekle beraber yeni dokunun oluşması için gereken 6-8 hafta boyunca bastırılmamakta, koltuk değneği kullanmaktadırlar. Sonrasında 6 hafta kadar yoğun bir fizik tedavi gereksinimi vardır. Traşlama ( shaving ) yöntemiSık kullanılan ve kıkırdak düzensizliklerini traşlayarak düzeltmeye dayanan bir yöntemdir. Burada yeni kıkırdak oluşumu söz konusu değildir. Sadece yüzeylerin düzeltilmesi ile sürtünmeyi, aşınmayı ve ağrıyı azaltmayı amaçlar. Kolay bir teknik olmakla birlikte çok nazik yapılması gereken bir işlemdir. Fazlası aşırı kıkırdak kaybı ile daha fazla probleme neden olabilir. Operasyon sonrası menisküs gibidir. Ancak 6-12 haftaya kadar dizde şişlik ve hafif ağrı olabilir. Osteokondral greftleme (mozaikplasti) Kıkırdak kayıpları 2 cm2 den küçük 45 yaş altı hastalara uygulanan bir yöntemdir. Osteokondrol greft denilen üzeri kıkırdak ve altı kemik silindir biçimli parçaların sağlam eklem yüzeylerinden alınarak hasarlı bölgelere naklidir.Bir osteokondral grefti kişinin kendi dokularından (otogreft) veya başka birey -canlılardan (allogreft) sağlamak mümkündür. Ancak herhangi bir özel neden yoksa kişilerin kendilerinden sağlanır. Eğer bir otogreft planlanıyorsa kemik-kıkırdak silindirleri ağırlık taşımayan diğer kemiklerle minimal temasa sahip eklem yüzeylerinden alınır. Bu gerçek uygulama yüzeyinin kısıtlanmasına neden olur. Bu greftler mozaik biçiminde hasarlı bölgelere döşenir. Ağırlık taşıyan ve nispeten küçük defektlerde etkin bir yöntemdir. Orjinale yakın sağlam bir yüzey elde edilir. Operasyon sonrası genel protokol erken hareket, kuvvetlendirme exersizleri ve ağırlık vermekten 6-8 hafta kaçınılmasıdır. Tam yük verme 3 aya kadar geciktirilebilir, sportif aktivitelere dönüş 4-6 ay sürmektedir. Kıkırdak hücre nakli (chondrocell nakli) Kıkırdak hücreleri yapısal olarak en üst düzeyde olgunlaşmış hücrelerdir. Bu nedenle kendileri çoğalamazlar. İnsanlarda kıkırdak hücresi üretimi 1 yaşında sona erer. Yeni kıkırdak hücresi çoğaltılması için genetik labaratuarlarında genetik bir dizi işlem ve kültürde çoğaltma işlemi gerekmektedir. İki aşamalı bir cerrahi bir işlem gereklidir. İlk aşamada cerrah artraskobik teknikle sağlıklı kıkırdak hücrelerini diz ekleminin ağırlık taşımayan bölgelerden toplar. Toplanan kıkırdak hücreler genetik bir işlem sonrası 15 gün kültüre edilirek üretilir.Bu hücreler hazırlandıktan sonra ikinci aşama operasyona geçilir. İkinci operasyonda diz kıkırdağındaki hasarlı bölge üzerine dikilmiş kemik zarı altına bu hücreler enjekte edilirler. Bu hücrelerden orjinal kıkırdak dokusuna çok yakın kıkırdak dokusu gelişir. Kıkırdak hücre naklinde kişilerin kendi hücreleri kullanıldığı için tehlike yoktur ve vakaların önemli kısmında (yaklaşık %70-80) iyileşme sağlanır. Bununla birlikte herkeze uygulanamaz. Bu işlemde karar verebilmek için hasarlı bölgenin ölçüsü, önceki cerrahilerin sayı ve içeriği, hastanın talep ve beklentileri, hasarlı bölgenin yeri ve birden fazla lezyonun bir arada bulunması önemlidir. Yaşlı ve diğer kireçlenme bulguları olan kişilerde uygulanmazken, genç ve yaralanma sonrası kıkırdak problemi olan hastalar iyi adaylardır. Ancak nakil bölgesinin alanı çok geniş olmamalıdır. Genişleyen alanlarda başarı şansı düştüğü için allogreftler daha avantajlıdır. Operasyon sonrası genel protokol erken hareket, kuvvetlendirme exersizleri ve ağırlık vermekten 6-8 hafta kaçınılmasıdır. Tam yük verme 3 aya kadar geciktirilebilir, sportif aktivitelere dönüş 6-8 ay sürmektedir. Kıkırdak ve Menisküs Allogrefti uygulamalarıDizin kemik ve kıkırdak hasarlanmalarının geniş olduğu genç hastalarda diz protezine iyi bir alternatiftir. Genellikle dizin iç veya dış kısmının tamamını ilgilendiren menisküs ve kıkırdak bozukluklarında uygulanabilir. Menisküsün tamamının alındığı açık teknik operasyonları veya büyük parçalı yırtıklar nedeniyle menisküsün tamamının alınması gerektiği artroskobik ameliyatlar sonrası meniküslerin amortisör görevi ortadan kalkar. Bu durumda ağırlık taşıyan alanlarda eklem kıkırdaklarının direkt teması zaman içinde aşınma ve kireçlenmeye neden olur. Bu olayın erken evrelerinde kadavralardan alınan menisküsün nakli bu kısır döngüyü kırar ve çok iyi sonuçlar vermektedir. Bu olayın daha ileri devrelerinde veya kırık-travma sonrası yüzey düzensizlik ve kayıplarında dizin hasarlı bölümü tamamen çıkarılarak kadavradan alınan kemik-kıkırdak-menisküsün nakli ile yeni-sağlıklı bir eklem yüzeyi oluşturulur. Kadavradan nakledilen parçalarda canlı hücreler yok edilmekte ve böylece konulan greftin reddi sorunu ortadan kalkmaktadır. Red oranı % 5 i geçmemektedir. Vücudun canlı hücreleri konulan allogreftin içine göçederek yaklaşık 6-12 hafta içinde tam bir uyum sağlar. Bu teknikte uygun ölçüye uygun kadavra için MRG veya tomografik ölçüm yapılır. Uygun kadavra parçası bulunması sonrası tek seanslı son derece radikal bir operasyondur. Operasyonun büyük kısmı açık cerrahi ile yapılır. Yukarıdaki prosedürler sonrası genel protokol erken hareket, kuvvetlendirme exersizleri ve ağırlık vermekten 6-8 hafta kaçınılmasıdır. Tam yük verme 6 aya kadar geciktirilebilir, sportif aktivitelere dönüş 8 ay-1 yıl sürmektedir
Diz Protezi
Dizde diğer tedavi yöntemlerine cevap vermeyen kireçlenmeler diz protezi ile tedavi edilir. Protez denince dizde eklem yapan üç kemiğin eklem yüzeylerinin kesilerek çıkarılması ve bu yüzeylerin metal ve plastik parçalar ile kaplanmasıdır. Protez ilaç, diz içi enjeksiyonlara ve rejenerasyon tedavilerine cevap vermeyen kireçlenmelerde diz artroskopisinden ve yönlendirme ameliyatlarından yarar görmeyeceği düşünülen ya da daha önce bu operasyonları geçirdikten sonra yakınmaları yineleyen hastalarda iyi bir seçenektir. Yukarıdaki alternatif tedavilere cevap yok ve diz sorunları hastanın hayat standartını bozuyorsa diz protezi gereklidir denebilir. Yine de 65 yaş altındaki kişilerde diğer tedavi yöntemleri sonuna kadar denenmelidir. 55-65 yaşları arası diğer tedavi yöntemleri avantajlı olabilir. 65 yaş üzeri hastalara uygulanabilir. En sık soru protez yapım yaşı ve ne kadar ömrü olduğudur. Burada hastanın kişisel özellikleri; yaş, cinsiyet, ağırlık ve hareket seviyesi belirleyicidir. 65 yaş üzeri, kadın, 70 kg altı ve az hareketli kişilerde protezin ömrün kalan kısmında idare edebileceği söylenebilir. Normal bir dizde dört adet bağ, dizin kemiklerinin birbiri ile bağlantısını ve koordinasyonunu sağlar. Artritli bir dizde bu bağların yapıları bozulabilir. Diz protezi uygulamalarında bu bağlardan bazıları eklem yüzeyleri ile birlikte kaldırılır ve yeni yapma yüzeyler ile değiştirilir. Konulan parçaları yerinde tutmak üzere 2 yol mevcuttur.Bunlardan biri polimetimetakrilat adı verile çimento ile tespittir. Diğeri ise özel hazırlanan ve kemiğin gelişimine uygun olarak kemikle bütünleşen parçalardan oluşan protezlerdir. Bugün diz protezlerinin büyük çoğunluğu çimentolu olarak yapılmaktadır. Bu süreyi hastanın kilosu, genel sağlık koşulları,aktivite düzeyi arttırıp, azaltabilmektedir. Çimentonun avantajı gerek kemikle protezi birbirine bağlayan bir yapı olması gerekse katı bir maddenin ortama kattığı biomekanik güçtür. Bugün için kullanılan materyallerde kırılma olayı son derece azdır, 1980'li yıllarda kemiğe bir çimento materyali olmaksızın uygulanabilen protezler üretilmiştir. Bu implantların yüzeylerinde yeni kemik oluşumunu sağlayabilecek biolojik olarak aktif olan maddeler bulunmaktadır. İmplanları kemiğe tespit etmek üzere çeşitli vida sistemleri de geliştirilmiştir. Vidalar yeni kemik gelişimi sağlanana dek protezin tespitinden sorumlu olacaklardır. Bazı modeller çimentolu protezler kadar başarılı olmuşlardır.Ancak ne kadar düzgün yüzeyli olurlarsa olsunlar bu protezlerde de yük altında kalmaya bağlı küçük fragmanların oluşumunun daha fazla olduğu ve biolojik yanıtın daha hızlı geliştiği tespit edilmiştir.Ayrıca bugün için bu tip protezlerin kullanımı ile ilgili uzun dönem sonuçlar henüz elimizde mevcut değildir. 1980'li yılların sonuna doğru femoral komponenti çimentosuz, tibial komponenti çimentolu hybrid ( melez ) protezler üretilmiş olup bugüne kadar ki sonuçları iyidir. Sonuç olarak diz protezi cerrahisi bazı bugün için dizin biomekaniğini düzenleme de etkili bir tedavi yöntemidir. Hastaların operasyonun ertesi günü yürümelerine, 2. gün tuvalete oturmalarına izin verilir. Dikişler ortalama 15 günde alınır ve sonrasında banyoya izin verilir. Hasta operasyonun ertesi gününden itibaren diz bükme ve adele güçlendirme ekzersizlerine başlanır. Bu ekzersizler diz fonksiyonlarının tamamen kazanılmasına kadar devam eder. Genellikle 6. haftada tüm diz fonksiyonları geri döner. Dizde şişlik ve protezin varlığını hastalar 3-6 ay hissedebilirlerse de yürüme ilk haftadan sonra ağrısızdır. OPERASYONA KARAR VEREN HASTALARA UYARILAR Operasyon sırasında ve sonrasında erken dönem olası komplikasyonlar; Enfeksiyon; İyi ameliyathane koşullarında protez operasyonlarında enfeksiyon oranı % 2 civarındadır. İyi ameliyathane koşulları denilirken "laminar air flow " denilen özel mikrop bulaşmasını engelleyen bir sistem bulunmasıdır. Normal ameliyathanelerde enfeksiyon oranları % 5-10 arasındadır. Enfeksiyon olursa yeniden bir operasyonla ile eklemin yıkanması gerekebilir. İleri enfeksiyonlarda operasyonda konulmuş olan protezin çıkarılması gerekebilir. Bu durumda 6-12 hafta antibiotik kullanımı sonrası yeniden protez konabilir. Derin ven trombozu ( toplar damarlarda kan pıhtılaşması); Bu komplikasyon %5 in altındadır. Genellikle 3. günden sonra görülme olasılığı başlar, 6-10. günler en fazla görülür. Ancak nadiren de olsa operasyondan aylar sonra da görülebilmektedir. Derin ven trombozlarınının da % 5-10 kadarı (tüm hastaların 10 binde 5-10 u ) pıhtının koparak akciğere veya beyine giderek hayati risk yaratabilir. Hastaların bazılarında ek risk faktörleri vardır. Bunlar kadınlarda doğum kontrol hapları kullanılması, hastaların daha önce derin ven trombozu geçirmiş olması, bacaklarda varis bulunması, ailevi yatkınlık vb. Derin ven trombozundan korunmak için kan sulandırıcı ilaçlar, operasyon sonrası antiembolik çoraplar giydirilmesi, yatak içi egzersizler ve erken ayağa kaldırarak yük verme riskleri azaltmaktadır. Eğer hastalarda ek risk faktörleri varsa bu uygulamalar daha da uzatılmaktadır. Teknik hatalar; Protez ameliyatları teknik olarak son derece komplike operasyonlardır. Bu nedenle teknik hatalara bağlı komplikasyon olasılığı her zaman ve her yerde olabilmektedir. İyi ellerde teknik hatalara bağlı komplikasyonların riskleri çok azalmakta ve sonuca etki eden teknik hatalar çok nadiren oluşmaktadır. Ameliyat sonrası süreç;Hastalar ameliyathaneye alındıktan sonra önce uyutulmakta, steril ortam için ilgili bacak silinmekte ve örtülmekte sonrasında operasyon sistemleri kurulmaktadır. Bu ortalama 40 dakika bir zaman gerektirmektedir. Operasyonun deneyimli ellerdeki normal süresi 45 dakika civarındadır. Operasyon sonrası hastalar 30 dakika -1 saat arasında ayılma odasında bekletilmekte ve sonra da odalarına alınmaktadır. Dahili sorunları olan veya çok yaşlı hastalarda zaman zaman yoğun bakım ihtiyacı olabilir. Hastalar odalarına alındıktan sonra 2 saat içinde tamamen uyanık hale gelmektedir. Ağrı ağrı kesicilerle tamamen kontrol edilebilmektedir. Hastaların dizinde (kliniklerde uygulama farkları vardır) içeride biriken kanı boşaltmak için dren, elastik bandaj, bacağa giydirilmiş antiembolik çorap bulunur. 3-4 saat sonra hastalara yemek verilir. Ertesi gün hastalara bir walker yardımıyla kalkmalarına izin verilir. Ayağa kalkmadan önce 5 dakika kadar oturarak başın dönmediğinden emin olunmalı, baş dönerse uzanarak 1 saat sonra ayağa kalkma yeniden denenmelidir. Hastanede (uygulamalar farklı olmakla beraber) 5-7 gün kalacaksınız. 2. gün sorumlu sağlık personeli gelerek size yatakta yapmaya başlayacağınız egzersizleri gösterecek. 2 saat sonunda 2 saat ara verilecek ve tekrar başlanacaktır. 2-3. gün sonunda diziniz 90-100 derece bükülüyor olacaktır. Dreniniz 2. veya 3. gün çekilecek ve pansuman yapılacaktır. Hastanede kaldığınız sürece dizinize buz uygulanacaktır. İlk 2 gece 38 civarında ateşiniz olabilir, enfeksiyon anlamına gelmez. Enfeksiyon bulguları 3. günde başlar. Eve döndükten operasyon sonrası 10. gün sonuna kadar bacağınızı uzatarak yatabilir veya oturabilirsiniz. Bu sırada buz uygulamaya devam etmelisiniz. Yemek için ayağınızı yere koyarak oturabilir ve ihtiyaçlarınız için walker aracılığı ile dilediğiniz kadar kalkıp yürüyebilirsiniz.. Bu dönemde dizinizdeki bandajı ve çorabı kesinlikle çıkarmayın. Bu dizinizin içinde kanama ve şişmeye neden olabilir. Egzersizlerinizi aksatmada her gün tarif edildiği şekilde yapınız. Bu sırada kan sulandırıcı ilacınızı kullanmayı aksatmayınız ve ağrınız olursa ağrı kesicinizi alınız. Dikkat; ateşiniz 38 derece üzerine çıkar,dizinizde, bacakta ağrı-ayak parmaklarınızda şişme olursa doktorunuzu derhal arayın. 15. gün yaranız doktorunuz tarafından görülecektir ve uygunsa dikişleriniz alınır. Dikiş alındıktan sonra fizik tedavi başlanır. Sonuç ta kaliteli fizik tedavi en etkili faktörlerden biridir. 3.hafta sonunda yürütecinizi bırakıp bir bastona geçebilirsiniz. Bastonu sağlam tarafınızda kullanmalısınız. İki taraflı operasyon olmuşsanız yürüteci 6. haftaya kadar kullanabilirsiniz. 6-12 hafta içinde bastonunuzu tamamen bırakabiliriniz. Kendinizi güvende hissediyorsanız uzun süreler baston kullanabilirsiniz. 8. haftadan sonra daha aktif olabilirsiniz, araba kullanabilirsiniz fakat sportif aktivite halen yasaktır. Tam spora dönüş 6ay sonundadır
Ortopedik Ayakkabılar Düztabanlığı Önlemiyor
Ortopedik ayakkabılar düztabanlığı iyileştirmiyor, aksine ağır gramajları ve görünümleriyle ayak sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. "Ortopedik" adı altında satılan sert köseleden yapılmış, ayak hareketlerini kısıtlayan, ayağı düzeltme iddiasıyla cilt tahrişine ve ağrıya neden olan ayakkabılar hem kesenizi hem de ayakları zorluyor.Sert köseleden yapılan, hantal ayakkabının düztabanlığı iyileştirmesi beklenemezHalk arasında düztabanlığın iyi tanınmaması ve önemli bir sakatlık olarak değerlendirilmesi, bu bozukluğun giderilmesinde, ayakkabılar hesabına düşen beklentiyi arttırır. Oysa ki ayakkabılar, ayağımızı darbelerden, sivri ve kesici maddelerden korumaya ve soğuk ortamlarda ayağı sıcak, ıslak ortamlarda ise kuru tutmaya yararlar. Düztaban olgularda, ayakkabıların bu işlevleri dışında bir de düzeltici etkilerinin olabileceği, günümüzde oldukça yaygın bir kanıdır, ancak bu doğru değildir.Ayak uzunlamasına kavsi değerleri, erken çocukluk döneminde düşükken yaşın ilerlemesiyle birlikte artarak normalleşir. Bu son derece normal, fizyolojik bir gelişmedir. Bu süreç içinde düztaban zannettiğimiz birçok ayak kendiliğinden düzelir ki, biz hep bunu kullandığımız ‘düzeltici' ayakkabılara yorarız. Ayakkabılardan düzeltme işlevini beklemek boşuna bir çabadır, çünkü ayakkabı kullanma geleneği bulunmayan toplumlarda yapılan araştırmalar, bu insanlarda daha düşük oranda ayak bozukluğuna rastlandığını ve ayak esnekliğinin daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır.Ayak ağrılarının nedeni düztabanlık olabilirDüztabanlık ve içe dönük yürüme, çocukluk çağında hekimlere başvuru nedenleri arasında en önde gelen ayak sorunlarıdır. Ayağımız, 1'inci. ve 5'inci tarak kemiklerimizin ucunda yeralan baş kısımları ve topuğun oluşturduğu bir üçgen yapı sayesinde vücut ağırlığını taşıma işlevini görür. Bu yapı, yandan bakıldığında aşağı bakan bir kavis görünümündedir. Kuvvetli ayak bağları ile desteklenen bu kavis özelliği, ayağa yaylanma olanağı sağlayarak yürümeyi kolaylaştırır ve yürüme sırasında bazan vücut ağırlığının iki-üç katına kadar çıkan yükü karşılayabilmesini sağlar. Düztabanlıkta ayak uzunlamasına kavsi çökerek ayak tabanının bütünüyle yere temas etmesine ve ayağın aynı mesafe için daha fazla enerji harcamasına yolaçar ki, bu durumun ifadesi çabuk yorulma ve baldır ağrılarıdır.Düztabanlık da farklı şekillerde kendini gösterir. Olguların çok büyük bir kısmında (yüzde 80) esnek tip söz konusudur; yani ayaktayken gözlemlenen düztaban görünümü, çocuk yükseğe oturtulup ayağın yerle teması kesildiğinde kaybolur ve normal ayak uzunlamasına kavsi oluşur. Bu durum ayak bağlarının yapısal gevşekliğiyle ilgilidir. Esnek tip düztabanlık kısa veya uzun dönemde herhangi bir rahatsızlığa yol açmadığı gibi ayak performansını da genellikle etkilemez. Günümüzde ayağın normal bir varyantı olarak kabul edilen bu şekil bozukluğunu bu nedenle genellikle tedavi etmeye gerek yoktur, ancak bu ayaklar 6-12 aylık aralarla izlenmelidir.Ortopedik ayakkabılara bel bağlamayınKüçük çocuklarda düztaban tanısını koymak da zordur, çünkü ayak uzunlamasına kavsinin normal gelişimi sırasında her yaşa uygun normal değerlerinin alt ve üst sınırları arasındaki fark oldukça fazladır. Bu aralık içinde yer alan tüm ayaklar normal sayılır. Ayrıca 2-3 yaşından önce ayak kavsini dolduran yağ yastığı henüz yeterince ezilmediğinden, ayağa iç yanından bakıldığında sanki ayak tabanı tümüyle yere değiyormuş izlenimini verir ki, bu aldatıcıdır. Hele ki ayak kaslarının gelişimi henüz tamamlanmamış, 1 yaşın altındaki bir çocukta düztaban tanısını koymak oldukça güçtür.Ortopedik adı adlında satılan ağır hantal ayakkabılar hem kesenizi hem de ayakları zorluyorEsnek tip düztabanlıkta gereksiz yere sert köseleden yapılmış, ayak hareketlerini kısıtlayan, ayağı düzeltme iddiasıyla cilt tahrişine ve ağrıya neden olan bir takım ayakkabıların, hem de uzunca bir süre kullanılması, hem ayak sağlığı açısından sakıncalıdır, hem de ebeveynlere maddi külfet yükler. Bu durumda çocukların ayağını düzeltmeye kalkışmak yerine, bu yönde beklentileri olan ebeveynleri, ya da aile büyüklerini ikna etmeyi denemek daha doğru bir davranış biçimidir. Bu çocuklarda ayakkabı seçerken kıstas alacağımız husus ayakkabı biçiminin çıplak ayak biçimine en uygun olanını seçmek olmalıdır. Ayakkabı ayak ve ayak bileği hareketlerini kısıtlamayacak ölçüde esnek ve bükülebilir olmalı; ön kısmı parmakları sıkmayacak ve tarak kavsini daraltmayacak biçimde geniş olmalı; topuk kısmı 15 dereceden fazla eğime izin vermeyecek bir yüksekliğe sahip olmalı; havalanma özelliği olmalı; tabanı kaymayı önleyen maddeden yapılmış olmalı ve hafif olmalıdır. Esnek tip düztaban olgularında ergenlik döneminde nadiren de olsa ayakta durma, ya da yürüme ile artan ağrılı dönemler görülebilir. Böyle bir durum söz konusuysa, ya da topuğun dışa doğru açılanması hayli fazlaysa ayağın tedaviye ihtiyacı vardır. Bu koşullarda topuğu düzgün konuma zorlayan ve ayak kavsini destekleyen tabanlıklar kullanılır.Özel yapım ayakkabılar düztabanlığı iyileştirmiyor ancak ayakları rahatlatabiliyorTopuk kirişinin gerginliği (yüzde 15), ya da doğumsal kemik anomalilerin varlığı düztabanlığın çok daha nadir karşılaşılan diğer tiplerini oluşturur ve tedavi gerektirir. Doğumsal kemik anomalisi olarak kastedilen ayak kemiklerinin bitişik olarak oluşmasıdır. Bu durumda oluşamayan eklem hesabına düşen yüklenme, komşu eklemlere aktarılacağından buralarda eklemlerin aşınmasına yol açarak ağrıya neden olur. Düztabanlığa topuk kirişinin gerginliği neden oluyorsa başlangıçta pasif germe egzesizleri verilir ve açıcı alçılar denenir. Bu tedaviye yanıt vermeyen olgularda cerrahi olarak topuk kirişi uzatılır.Eğer düztabanlığa neden olan doğumsal kemik anomalileriyse, başlangıçta ayak kavsini destekleyen özel yapım ayakkabılar verilir. Bu ayakkabılar yüklenmeleri hafifletir, ağrıyı azaltır ve ayaktaki şekil bozukluğunun ilerlemesini frenler. Bu çocukların ebeveynlerine, uzun süreli ayakkabı tedavisine karşın, ayakkabı çıkartıldığında ayağın yine de düztaban görünümünde olacağı iyice anlatılmalı ve düzelme yönündeki beklentileri ayak ağrısını önleme yönünde realize edilmelidir. Ayakkabılarla ağrının önlenemediği durumlarda cerrahi yöntemlere başvurulur.
Topuk Dikeni Rahatsızlığı
Topuk Dikeni Rahatsızlığı Nedir?Topuk Dikeni rahatsızlığı, isminden dolayı  daha çok bir kemik problemi olarak düşünülmektedir. Aslında topuk ağrısı rastlanan en sık ayak rahatsızlıklardan biridir. Eski ortopedistlerin bu problemi  olan hastalarda  röntgenlerde topuk kemiğinde bir çıkıntı oluştuğunu görüp bu hastalığa topuk dikeni adını vermişlerdir. Ancak bugün biliyoruz ki bu topukta görünen bu çıkıntı sadece topuk dikeni hastalığın bir sonucu olup ağrının oluşmasında bir önemi yoktur. Yine bugün biliyoruz ki bu topuk dikeninin oluşma nedenin tamamı ile ayağın altında ki bir kasın çalışması ile ilgili problemlerden dolayı gelişmektedir.Topuk Dikeni Nasıl Oluşur?Ayak tabanında mevcut olan plantar fasia adı verilen bir kas yürüme esnasında ciddi bir yaylanma göstermek zorundadır. Bu kasın yaylanması sayesinde yükün yere verilmesi sağlanır. Topuk ağrısı probleminde ayak tabanında bulunan kasın yeteri kadar esneklik göstermediği için ağrı oluşur. Bu kas çeşitli sebeplerden dolayı kısalması ile topuğun yapıştığı yeri çekmeye başlar . Bu bölgede bir kanama oluşmasına ve ağrıya yol açar.  Zamanla yapıştığı yerde kalınlaşma oluşur. Buda röntgenlerde görülen diken olarak adlandırılan görüntüye yol açar.Topuk ağrısı düz tabanlarda, yüksek kavisli ayaklarda, kilo problemi olanlarda, topuklu ayakkabı yada babet tarzı düz ayakkabı kullananlarda, diabetiklerde, çeşitli romatizmal hastalıklarda, bir grup ilaçın yan etkisi olarak kasın kısalması ile ortaya çıkabilmektedir.Topuk Dikeni BelirtileriHastalarda çok tipik olarak sabah yataktan kalkma sonrası ilk birkaç adımda topuk ağrısı ile karşılaşıyor ve bu ağrı kendiliğinden yürüme ile geçiyorsa tanı tipik olarak  Topuk Dikeni (Plantar Fasiitistir). Gün içinde bir yerde uzun süre oturup ilk kalkmada oluşan ağrı, ve gün sonu ağrıları çok tipik ve tanı koydurucudur.  Hastalar çok uzun süre yürüdüklerinde veya ayakta kaldıklarında topuk ağrısı gelişimi görülmesi tipiktir.Hastalığının tanısında ağrının şekli tanı koydurucudur. Ancak hastanın fiziki muayene sonrasında ayırıcı tanı için kişinin basarak ayak röntgenleri ve ek olarak gerekirse MR’ı veya kan tetkikleri istenebilir.Topuk Dikeni Tedavisi Topuk Dikeni hastalarında, tedavide ilk planda tutulacak olan işlem, ayak tabanında çalışma yapısı bozulmuş olan kasa yönelik olarak aşil germe egzersizlerine başlanmasıdır. Buradaki amaç plantar fasianın uzatılmasıdır. Takibinde, Topuk Dikeni hastalarının çok büyük bölümünde eşlik eden bir basma kusuru olduğu için yürüme analizleri yapılarak varsa mevcut olan yürüme bozukluğu ortaya konulur ve bu probleme yönelik olarak yapılan kişiye özel tabanlıklar ile hastanın yürümesi ile ilgili tüm sorunlar giderilmiş olur. Ayrıca Topuk Dikeni hastalarında ayak yapısına uygun olarak hangi ayakkabıları kullanmaları gerektiğine dair bilgi verilerek, hastanın tedavi süresince tabanlıklar ile birlikte ideal ayakkabıyı kullanmaları sağlanır. Bunlara ilaveten en önemli iyileşmeyi sağlayacak tedavi olan ESWT ( Extra corporal şok dalga tedavisi ) uygulanır.Bu tedaviden fayda görmeyen topuk dikeni hastalarında ikinci aşamada kas egzersizlerine ve gece ateli olarak adlandırılan ayağın gece belli bir pozisyonda durmasını sağlayan bir cihaz kullanılmaya başlanır. Hastaların yarısında bu tedavi başarı sağlar.Üçüncü aşamada hastalarda yapılan enjeksiyonlar devreye girer. Hastalarda doktorun tercihine göre proloterapi yada prp enjeksionları denenebilir. Ancak burada çok önemli nokta hangi ek tedavi tercih edilirse edilsin,  hastaların egzersiz yapmaya ve tabanlık kullanımına devam etmeleri gerektiğidir.Topuk Dikeni AmeliyatıYapılan kişiye özel tabanlıklar, ESWT, gece ateli, proloterapi yada prp enjeksiyonları gibi tedavilere yanıt alınamadığında, hastalarda kasın kısalması ile beraber çok yakınından geçmekte olan sinirin de sıkıştığı düşünülerek çok nadir de olsa cerrahi tedavi planlanır.
Okul Çantaları Omurga Eğriliğini Tetikliyor
Öğrenciler okula giderken kilolarca kitap ve defteri de sırt çantalarında taşımak zorunda kalıyor. Okul çantalarının ağırlığı ve yanlış taşıma yöntemleri sırtta 'skolyoz' adı verilen eğriliklere neden oluyor.Skolyoz nedir?Skolyoz diye adlandırılan durum, omurganın arkadan bakıldığında C ya da S şeklini almasıdır. Boy kısalığına, estetik görünüm bozukluğuna, akciğer kapasitesinin daralmasına ve psikolojik bozukluklara ileri yaşamda kireçlenme de eklenince bel ve sırt ağrılarına neden olmaktadır. Sırt ağrılarını sadece okul çantalarının yanda taşınmasına yormak doğru değil; oturma alışkanlıkları, çocuğumuzun çalıştığı ev ve okuldaki masaların ve sandalyelerin yüksekliği de omurga sağlığı açısından önemli öğelerdir.Okul çantasının ağırlığı ne olmalıdır?Okul çantası sırtta ve omuzlarda ağrıya neden olmayacak ağırlıkta olmalı. 12 yaşından küçük olan çocukların 4; 12-15 yaş arası çocukların da 5 kilograma kadar olan çantaları taşıyabileceğini söyleyebiliriz. Ancak, çantanın uzun süre taşınmamasına dikkat edilmelidir. Bu açıdan bakıldığında okul servisleri koruyucu bir rol üstlenmiş durumdadır.Öğrencilerin okul sıralarında oturuş şekilleri nasıl olmalıdır?Öğrenciler genelde masa üzerine dayanarak ders dinlemeyi alışkanlık haline getirir. Ancak çocukların en azından ders dinlerken arkalarına yaslanmaları ve dik oturmaları sağlanmalıdır. Teneffüslerde ise öğrenciler sıralarında oturmak yerine kalkıp dolaşmalıdır. Ara sıra yapılacak basit sırt egzersizleri de bir sonraki dersin daha rahat geçmesine yardımcı olacaktır.Okul döneminde başka ne tür ortopedik sorunlar görülebilir?Okulda geçen süreye, okul ile ev arasında geçen süre ile etüd saatleri ve kurslar da katıldığında, çocukların zamanlarının büyük bölümünün ayakkabıyla geçtiği anlaşılmaktadır. Bu da okuldan dönen çocukların sadece sırt ağrısından değil, ayak ağrısından da yakınmalarına neden olur. Çocukluk çağında ayaklarda ağrılara neden olan bir dizi hastalık vardır. Burkulmalar ve travmalar dışında bu hastalıklar arasında en yaygın bilineni düztabanlıktır. Düztabanlık, ayağa iç yandan bakıldığında, mevcut ayak kavsinin kaybolup ayağın iç kenarının bütünüyle yere temas etmesi durumudur. Çocuklarda en sık esnek düztabanlık görülmektedir. Yani, ayak kavisini oluşturan bir takım kemiğin arasındaki bağların yapısal gevşekliği söz konusudur. Esnek düztabanların çok büyük bir kısmında, şekil olarak normal kabul edilen ayaklardan farklı bir biçimde görülse de, ilerde herhangi bir işlevsel kusurla karşılaşılmamaktadır.Düztabanlık tedavisi nasıl yapılır?Yumuşak malzemeden yapılmış, hafif ve esnek ayakkabıların ayak sağlığı üzerindeki katkıları inkar edilemez. Esnek düztabanlardaki tedavi seçenekleri, tabanlık kullanımından cerrahi girişime kadar çeşitlilik gösterir. Bu nedenle içe basma saptanan çocukların, okula başlamadan önce bir çocuk ortopedistine gösterilmesi yanlış tedavileri önleyecektir. Ayrıca ayak kemiklerinin doğuştan bazı anormalliklerinde de düztabanlık oluşur. Bu tip durumlar çoğunlukla ağrıya neden olur ve ciddi bir tedavi gerektirir.Doğru teşhis nasıl konulur?Okul çağı çocuklarında ayak ağrılarının nedenini okula başlarken yeni alınan ayakkabılara yormak yanlıştır. Çünkü çocukluk çağında ayakta ağrıya neden olabilecek ve çocuğun okulla olan dengesini etkileyecek bir dizi doğuştan veya sonradan olma bozukluk bulunmaktadır. Ağrılı bir ayakta, uzman hekimin çektireceği basit bir röntgen sonucu konacak tanı ve buna göre yönlenecek tedavi ile çocukların sıkıntısı önlenecektir.Beden eğitimi dersleri çocuklar için risk taşır mı?Beden eğitimi derslerinde ortaya çıkan ve masum tabiatlı hastalıkların başında, osgood-schlatter gelmektedir. Çocuklarda dizkapağını kaval kemiğindeki büyüme plağına bağlayan kuvvetli bağın çekmesiyle, zamanla dizin hemen altında ortaya çıkan şişlik ve ağrı ile karakterize bir durumdur. İlkokul sonlarındaki erkek çocuklarda daha yaygındır. Birkaç yıl sürer ve genellikle kendiliğinden geçer. Bu çocukların çoğunda, hastalığın derecesine bakmaksızın, beden eğitimi dersi tamamen yasaklanır. Ne var ki, osgood-schlatter’li hastaların çoğunda bu önlemin bir yararı yoktur; aksine çocuk üzerinde olumsuz psikolojik baskısı olur. Bu hastaların çoğu, çocuk ortopedistleri tarafından basit önlemlerle, fiziki aktiviteleri tam kısılmadan tedavi edilebilir. Osgood-schlatter hastalığı olan çocuklar sıra kenarında yer seçmeli ve otururken dizlerini açarak, kıvırmadan oturmalıdırlar. İki sıra arası, dizleri kıvırmaya zorlayacak kadar dar olmamalıdır.
Romatizma En Çok Kadınları ve Stresi Seviyor
Kronik bir eklem hastalığı olan romatoid artrit, düzenli tedavi edilmediği taktirde yaşamı adeta esir alıyor. 35-50 yaş arası kadınlarda erkeklere oranla daha çok görülen romatoid artriti stres, fazla kilo, sigara ve kafein de tetikliyor. Uzun süre ilaç kullanılmasını gerektiren hastalık, tedavi edilmediği taktirde, eklemlerde kalıcı sakatlıklar bırakıyor. “Gelecekte sakat mı kalacağım” korkusu yaşayan romatoid artrit hastalarının hastalığıyla nasıl başa çıkacağını öğrenmek için de bazen psikolojik destek almaları gerekiyor. Eklemlerde ilerleyici yıkımlara ve sakatlığa neden olan 'Romatoid Artrit', hastalığını ve hastalığın seyrinde neler olabileceğini ve tedavisini İbniSina Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Dr.ilhan DEMİRYILMAZ anlattı.Romatoid artrit nedir ve nasıl bir hastalıktır?Vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda ağrı ve hareket kısıtlılığına, bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara, genel olarak romatizma adı verilmektedir. Romatoid artrit, en sık görülen iltihabi eklem hastalığıdır. Tedavi edilmediği taktirde giderek ilerleyen hastalık, eklemlerin yanında iç organları da etkileyebilir. Uzun sürelidir (kronik), ancak zaman zaman alevlenip arada uzun süreli sessiz dönemler de görülebilir. Hastalık kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterebilmektedir.Hastalığın belirtileri nelerdir? Hangi şikayetler ortaya çıktığında mutlaka doktora gidilmeli?Eklemlerde ağrı, şişlik, ısı artışı, kızarıklık ve hareket güçlüğü gibi şikayetler ile başlar. Hastalığın aktif dönemlerinde halsizlik, hafif ateş gibi genel belirtiler olabilir. Gece ya da sabahları eklemlerde ağrı ve tutukluk olup hareket etmede zorluk vardır, sonra hareket ettikçe yavaş yavaş açılma olur. Ancak ağrılar ve tutukluk hastalığın şiddetine göre gün boyu devam edebilir. Sabahları olan bu hareket güçlüğüne sabah tutukluğu denilmektedir. Sabah tutukluğunun süresi ne kadar uzunsa hastalık o kadar aktif demektir. Genellikle el parmakları ve el bilekleri en sık etkilenen eklemlerdir. Romatoid artritde dirsek, omuz, boyun, çene, kalça, diz, ayak bileği ve ayak parmak eklemleri de tutulabilir.Görülme sıklığı nedir? Hangi yaş grubunda daha sık görülür?Toplumda görülme sıklığı yaklaşık yüzde 0,5-1 kadardır. Ancak toplumdan topluma farklılıklar olabilmektedir. Genellikle genç-orta yaşlı erişkinlerin hastalığıdır ancak daha erken ve geç yaşlarda da ortaya çıkabilir. Kadınlarda erkeklere göre 3 kat daha fazla görülür.Hastalığın nedeni nedir? Ortaya çıkmasında hangi faktörler etkilidir?Nedeni tam olarak bilinmeyen bu hastalıkta genetik olarak yatkın kişilerde geçirilen bir enfeksiyonun (mikrobik hastalığın) bağışıklık sisteminde bozulmaya yol açarak Romatoid artrite neden olduğu düşünülmektedir. Eklemlerde iltihap hücreleri toplanır ve bu hücrelerden dokulara zarar verecek maddeler (enzim, antikor, sitokin) salgılanır.Genetik bir hastalık mıdır?Romatoid artrit doğrudan anne-babadan çocuğa geçen genetik bir hastalık değildir. Ancak ailede olması bir miktar yatkınlık oluşturabilir. Romatoid artritli birçok hastada HLA-DR4 adı verilen bir genetik belirleyicinin bulunduğu gösterilmiştir.Enfeksiyonların (mikrobik hastalıkların) rolü var mı?Birçok araştırmacı ve hekim hastalığın başlangıcında enfeksiyonun rolü olabileceğini düşünmektedir, ancak bu durum kanıtlanmış değildir. Romatoid artrit bulaşıcı bir hastalık değildir.Hangi organları etkiliyor?Hastalık genellikle eklemler ve çevresindeki dokuları etkilemektedir. Tedavi edilmediği taktirde eklemlerde harabiyet yaparak şekil bozukluğu ve kalıcı sakatlıklara yol açabilir. Eklemlerin dışında kalp, akciğer gibi iç organlar da tutulabilir.Nasıl teşhis ediliyor?Romatoid artrit tanısı için, şikayetlerin ayrıntılı bir şekilde sorgulanması ve eklemleri de içine alan tam bir fizik muayene yapılması gereklidir. Belirli laboratuvar testleri ve röntgen incelemeleri istenebilir. "Romatoid faktör" ve “Anti CCP” adı verilen testlerin pozitifliği tanıyı destekler. Yüksek eritrosit sedimantasyon hızı ve yüksek CRP, hafif kansızlık diğer laboratuvar bulguları arasındadır. Kesin tanı, hastanın hekim tarafından bir bütün olarak değerlendirilmesi ile konur.Nasıl tedavi ediliyor?Romatoid artrit tedavisi esas olarak ilaçlarla yapılmaktadır. Bu amaçla kullanılan ilaçlar 2 gruba ayrılır.1. Şikayetleri gidermeye yönelik: Bu gruptaki ilaçlar çabuk etki eder, ilacı alır almaz etkisi başlar ilaç kesildiğinde etkisi biter. Aspirin, steroid olmayan anti-romatizmal ilaçlar, ağrı kesiciler, gerektiğinde kortizon2. Hastalığın seyrini etkileyen ilaçlar: Bu gruptaki ilaçların etkisinin oluşması için belirli bir süre geçmesi gerekir. Ancak bu ilaçlar hastalığın eklem harabiyeti yapıcı etkisini önlemeye yönelik ilaçlardır ve ilacın kesilmesi durumunda da etkileri bir süre daha devam edebilir Tedavi hastaya özel planlanır; bunda da hastalığın şiddeti, eşlik eden sağlık problemleri ve bireysel özellikler ve gereksinimler ön planda tutulur. Özellikle akut alevli dönemlerde ilgili eklemlerin istirahati önerilir. Akut dönem dışında, hastanın kendini iyi hissettiği zamanlarda dengeli olarak verilmiş egzersizler hastaya yarar sağlar. Tedavi edilmediğinde nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?Hastalığın seyri kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir. Zaman zaman artan hafif şikayetler olabileceği gibi sürekli ve ağır seyredip tedavi edilmediği taktirde eklemlerde harabiyet yaparak kalıcı sakatlıklara ve iç organ tutulumlarına yol açabilir.Hastalıktan korunmak mümkün mü?Romatoid artritin nedeni tam olarak bilinmediğinden dolayı korunma tam olarak mümkün değildir. Ancak hastalığın tanısının erken dönemde konulabilmesi çok önemlidir. Çünkü, eklem harabiyeti oluşumu erken dönemde başlamaktadır. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa, kalıcı eklem hasarı oluşumunun engellenmesi o kadar başarılı olur.Şikayetler etkilenen eklemlere göre değişkenlik gösterir.*El ve el bilek eklemleri etkilendiğinde; sabahları ellerde ağrı, şişlik, uyuşma, parmakları açıp kapatmada, bir çaydanlık tutmada ya da bir kavanoz kapağı açmada zorluk*Omuz eklemleri etkilendiğinde; giyinip soyunma sırasında ve gece omuz üzerine yatıldığında ağrı*Diz eklemleri etkilendiğinde; sabahları dizlerde ağrı, şişlik, yürümede zorluk olur, hareket ettikçe yavaş yavaş açılma*Ayak bilek ve parmakları etkilendiğinde; sabahları ayak tabanında, parmaklarda ve ayak bileğinde ağrı olup ayakların üzerine basmada ve yürümede güçlük yürüdükçe yavaş yavaş açılma gibi şikayetler olabilir. Bu tarz şikayetleri olan hastalar bir Romatoloji uzmanına başvurmalıdır.
Zehirli Bağımlılık Sigaranın 4 Bin Yıllık Serüveni
İçinde nikotin haricinde 6 binden fazla vücuda zararlı madde bulunan, 24’ten fazla hastalığa neden olan sigara, tam 4 bin yıldır insanlığın başına musallat! Bir Maya yerlisi tarafından tesadüfen keşfedilen, bir dönem zenginliğin göstergesi olan, sonrasında seri üretimle ‘halka inen’ sigara, üretim kaybının, önüne geçilebilir hastalıkların, maluliyetin ve erken ölümlerin ana nedeni.Kızılderililerde ‘barış çubuğu’ olarak karşımıza çıkan, Red Kit’in ağzından düşmeyen, İkinci Dünya Savaşı sırasında kampanyalar düzenlenerek kolilerle efkar dağıtmaları için askerlere gönderilen sigarayı bir an önce bırakmanızda fayda var! ‘Söylemesi kolay’ diyenlerdenseniz, size de ‘hiç değilse azaltın’ denilebilir. Zira, az sigara içenlerde kanser riski, 10-15 yıl içinde sigara içmeyenlerle aynı oluyor.Günümüzden 4 bin yıl kadar önce, köyünün çevresini dolaşmaya çıkmış bir Maya yerlisi, büyük sarı yapraklardan oluşan hoş kokulu bir bitki keşfeder. Bu koca yaprakların ne işe yarayacağını tam kestiremez ama ‘bizim hanım bir işte kullanır’ diyerek evine getirir. Ne yazık ki hanım, yapraklara pek yüz vermez ve o sırada yanmakta olan ateşe atıverir. Ondan sonra ev ahalisi hayli neşeli olur ve rahatlar. Böylece Orta Amerika’da tütün kullanımı keşfedilmiş olur.Bir Maya yerlisi tarafından tesadüfen keşfedilen sigaranın 4 bin yıl öncesinden günümüze gelen serüvenini ve insanlık tarihine verdiği zararları anlattı:İnsanlık tarihinin en gelişmiş ve en gizemli uygarlığı Mayalar, 4 bin yıl önce keşfettikleri nikotini keyif amaçlı kullanan ilk insanlar. Ancak Mayalar, Orta Amerika’da çok ileri bir uygarlık kurmalarına rağmen, maalesef çeşitli hastalıklar nedeniyle yok oldular ve soylarını devam ettiremediler.Barış Çubuğundaki ZehirTütün, Orta Amerika’dan sonra Kuzey Amerika’da Kızılderililer tarafından kullanılmaya başlandı, kovboy filmlerinden tanıdığımız meşhur barış çubuğu!.. Ancak barış niyetine soluk benizlilerle tüttürülen nikotin, maalesef hiç bir işe yaramadı ve Kızılderililer soykırımın kurbanı oldular. Bugün Amerika ve Kanada’da kalan pek az Kızılderili, ne yazık ki fakirlik içinde soyunu sürdürmeye çalışıyor…Ünlü kaşif Christopher Colombus, 1492 yılında Hindistan’a geldiğini sanarak Amerika’yı keşfettiğinde, adamlarıyla birlikte Kızılderililere, Gonore (bel soğukluğu) ve Sifiliz (frengi) hastalıklarını bulaştırdı. Karşılığında da tütünü aldı ve her iki grup da birbirine sağlığa zararlı bir şeyler iletmiş oldu!Purodan Pipoya, Enfiyeden Sakıza...Böylece birçok zararlı şey gibi Amerika’dan Avrupa ve diğer bölgelere yayılan tütün, ekilmeye ve üretilmeye başlandı. Başlangıçta tütün, burna çekilerek (enfiye), yakılarak (ilkel pipolar) ve tütün yapraklarından yapılan sakızlarla (Red Kit’i hatırlayalım) tüketildi. Avrupalılar ise puro, pipo, enfiye ve sakız halinde tükettiler tütünü.Osmanlı'ya Tütün Denizden GeldiOsmanlılar ise tütünün ne kadar keyif verici bir şey olduğunu 17. yüzyılda Venedik ve Cenovalı denizcilerden öğrendiler. Tütün kullanımını kıvrak zekalarıyla çabucacık aştılar ve ince bir kağıt arasına kıyılmış tütün koyarak keyifle tüttürmeye başladılar. Böylece bugün tüketilen sigaraya dönüşecek adımları da atmış oldular.İlk Sigara Fabrikası İngilizlerdenBirçok keşifte olduğu gibi, bu kolay kullanım biçimini fark edip, bir adım ileriye götürenler yine Avrupalılar oldu. 1853 yılında başlayan Kırım savaşları sırasında, İngiliz ve Fransız subayları, Osmanlıların kıyılmış tütünü kağıda sararak içtiğini gördüler ve sonraki yıllarda İngilizler, ilk sigara fabrikasını kurarak, tütünü sigara biçiminde seri olarak imal etmeye başladılar.Savaş Herkesi Tiryaki EttiSigara başlangıçta bir prestij göstergesi olarak tüketiliyordu. İlk dönemlerde az miktarda bulunabildiğinden pahalıydı ve elde tutması, çakmakla yakması, kısaca karizması sayesinde toplumda bir zenginlik ve ayrıcalık göstergesi haline gelmişti. Ancak 1880’lerden sonra fabrikaların yaptığı seri üretimle birlikte sigaranın tüketimi arttı. Birinci Dünya Savaşı’nda cephedeki askerlere tütün yollama kampanyaları düzenlendi. 1920’li yıllarda tüm dünyada sigara kullanımı doruğa ulaştı.Zararları Geç KeşfedildiUzun yıllar insanlar tütünü keyif verici olarak kullandılar. Tabii bu arada başka maddeler de keşfedildi ve kullanıldı, haşhaş (afyon), koka, hint keneviri (kokain), marihuana, esrar, alkol bunlardan sadece bir kaçı. Ancak bunların zararları hemen fark edildi ve gerekli yasaklar getirildi. Toplumsal izolasyon ve kanuni yasaklama sayesinde, keyif verirken bağımlılık yaratan maddelerin kullanımı kısıtlanmış oldu.Sigara ise zararlı etkileri ancak uzun dönemde ortaya çıktığından sanki zararsızmış gibi görüldü ve ne toplumsal izolasyon ne de kanuni yasak gibi önlemlerle kullanımı engellendi. Bu arada sigara endüstrisinin büyüklüğü ve ne kadar çok kişinin geçimini sağladığı da bunda çok etkili oldu.ABD'nin Yıllık Kaybı 55 Milyar DolarSigaranın yarattığı bağımlılığın şiddeti hep küçümsendi. Oysa sigara, üretim kaybının, önüne geçilebilir hastalıkların, maluliyetin ve erken ölümlerin ana nedeni oldu. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde sigaranın neden olduğu verimlilik kaybı yıllık 55 milyar dolardan fazladır.Rakamlar Çok Şey Anlatıyor...Sigaranın içinde nikotin haricinde vücudumuza zarar veren 6 binden fazla madde mevcuttur. Sigara kağıdının ve kağıdın sarıldığı tutkalın yanmasından kaynaklanan zehirli gazları da unutmamak gerekir! Yapılan bir araştırma, sigaranın 24’ten fazla hastalığa neden olduğu gösterilmiştir. Günde 1 paket sigara tüketen bir kişi, 1 yılda sigarayı 70 bin kez içine çeker ve üfler. Bu sırada bazı maddeler direkt olarak toksik etki yaparken, bazıları kana karışır ve tüm vücudun zarar görmesine neden olur. Sigara dumanının her milimetreküpünde nefes ile çekilebilir boyutlarda 3 milyar partikül bulunur. Oluşan gazlar, sigara dumanının tüm ağırlığının % 92-95’ini oluşturur.Sigara içinde yer alan bu binlerce toksik madde, sadece halk arasında bilindiği gibi öksürükle kendini belli eden solunum sistemi hastalıklarına değil, cinsel fonksiyon bozukluğu, mesane, kolon ve diğer kanser türleri, mide ve bağırsak hastalıkları, kalp damar ve beyin damar hastalıkları gibi çeşitli hastalıklardan sorumludur. Bunların hepsi de önlenebilir hastalıklardır. Sigara, kanser ölümlerinin en büyük ve önlenebilir nedenidir. Tüm kanser ölümlerinin % 30’undan, akciğer kanserinden ölümlerin % 85’inden sorumlu tutulmaktadır. Örneğin, sigara tüketiminin dramatik bir artış yaptığı 1960’lardan sonra akciğer kanseri ölüm hızı da artış göstermiştir.Dünya Bırakıyor Biz Tüttürüyoruz!Dünyada sigara kullanımı antisigara kampanyaları sayesinde giderek azalmaktadır. Maalesef ülkemizde erkek nüfusta sigara kullanımı dünya ortalamasının üstündedir ve bu oran kadınlarda da giderek artmaktadır. Batılı ülkelerde sigara kullanımı eğitim ve sosyokültürel düzey yükseldikçe azalmaktayken, ülkemizde bu durum tam tersidir.Bırakamıyorsanız Bari AzaltınSigarayı aktif kullananların yanı sıra pasif olarak maruz kalan kişilerin düzenli sağlık kontrollerinden geçmesi gereklidir. Mutlaka bir akciğer filmi, bir takım kan tahlilleri, gerekirse AC tomografi çektirmeleri, hekim gerekli görürse solunum fonksiyon testleri ile değerlendirilerek, olası riskleri öğrenip alınacak önlemleri almalıyız. Elbette bu kadar zararlı bir madde olan sigaranın bırakılması gerektiğini söyleyerek konuyu tamamlamalıyız. Ancak sigarayı bırakmak son derece zor, irade gerektiren ve ne yazık ki tekrar başlama ile sonuçlanan bir macera olur çoğu zaman. Profesyonel yardım alarak sigarayı bırakmak işleri kolaylaştırır. Birtakım ilaçlar, nikotinli sakızlar vb. metotlarla bilinçli bir şekilde, çıkılan yolun zorluklarını bilip, destek alarak bırakmak, daha büyük bir başarı ile sonuçlanacaktır. Ama bırakamayanlar için söylenecek söz ise ‘bari azaltın’ olabilir. Unutmayın ki, sigaranın bırakılmasıyla kanser riski zaman geçtikçe azalır. Az sigara içenlerde bu risk, 10-15 yıl sonra sigara içmeyen gruba ulaşır
Sizi Arayalım
Logo
E-BÜLTEN’e KAYIT OL !
  Güncel duyurulardan haberdar olmak için lütfen e-bültene kayıt olun. . .
Site içeriğinde bulunan bilgiler destek sağlamak içindir. Hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi, tanı ve teşhis koyması yerine geçmez.
Bu bilgiler hastalıkların tanı ve tedavisinde kullanılmamalıdır.
Web Tasarım_medyatör